<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









29 Kasım 2013 Cuma

Akıl ve kalb ayrıdır - 30.11.2013

Hiç kimse kendi kendine kurtulamaz. Çünkü dünya bir sarmaşık otu gibi insanın her tarafını sarmıştır. Bundan kurtulmak için İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bir Allah adamını tanımak ve salih arkadaşlarla beraber olmak şarttır.
Akıl ve kalb ayrı birer dünyadır. Bir kitaptan akıl ve kalb yoluyla istifade edilir. Akla, tıpkı teybe doldurur gibi, istediğimiz kadar bilgi doldurabiliriz. Ama kalbin istifade etmesinin şartları vardır. Okuduğumuz kitabın yazarı, kalbi Allah sevgisiyle dolu, yetkili bir âlimse, farkında olmadan bizde dünyaya karşı bir soğukluk başlar ve din kardeşlerimize karşı sevgimiz artar. Bunlar da kalbimizin temizlendiğine alâmettir. O mübarek kalbdeki feyz, bizim kalbimize akar.
İnsan yemek yemezse bir müddet sonra açlıktan öldüğü gibi, kalb de, gıdası olan ilmi alamazsa bir gün ölür. Fakat kalbin gıdasını vereceğim derken zehir verilirse, yani mezhepsiz, itikadı bozuk kimselerin kitapları okunursa, o kötü yazarların kalbindeki zulmet ve pislik, bizim kalbimize akar, kalbimiz zehirlenir ve hattâ ölür de farkına bile varmayız. Onun için, bir kitabın yazarı, içindeki bilgiden daha önemlidir.
Bizi kurtaracak olan beynimizdeki bilgiler değildir. Onları nasıl olsa unutacağız. Ancak büyüklerin temizlediği, nur ve sevgiyle dolu kalbler kurtulacaktır. Büyükler, (İnsanlar helak olmuştur, âlimler hariç. Âlimler de helak olmuştur, ilmiyle amel edenler hariç. İlmiyle amel eden âlimler de aldanmıştır, ihlâsla amel edenler hariç) buyuruyorlar. Demek ki ilim, amel ve ihlâsın üçü de şarttır.
Muhlis, kalbi temizlenmiş ihlâs sahibi insan demektir. Mektubat-ı Rabbânî'nin ve büyüklerin sohbetlerinin tamamı, insanın kalbi içindir. Çünkü kalb kurtulmadıkça insan kurtulamaz. Nitekim insan ölürken beyni durur. Ruh en son, kalbden çıkar. Dolayısıyla kalbin ilimle, bilgiyle değil, sevgiyle alâkası vardır. Ölürken sevdiğini yani Resulullah efendimizi ve onun vârisi olan büyükleri andığı zaman ruhları orada hazır olacağı için dünyadan imanla ayrılır.
30.11.2013
[Continue Reading]

Kur’anı açıklamak -3 - 29.11.2013

Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, herkese istidadına göre, Kur'an-ı kerimin manevî sırlarını açıklardı. [(Buharî)deki] hadis-i şerifte,(Herkese aklına, anlayışına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allah’ı ve Resulünü yalanlamasınlar)buyuruldu.
Bir gün Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebu Bekir’e "radıyallahü anh", Kur'an-ı kerimin ince marifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu.
Yanlarına Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" gelince, konuşma üslubunu ve bildirdiği sırları onun da anlayacağı şekilde değiştirdi.
Sonra Hazret-i Osman "radıyallahü anh" ve daha sonra da Hazret-i Ali "radıyallahü anh" geldi. Konuşmasını hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarındandı. (Mektubat-ı Masumiyye 1/59)
Hadis-i şeriflerde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu), (Osman’ın şefaatiyle, cehennemlik yetmiş bin kişi, sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır)buyuruldu.
Her üçü de, bu derece üstün olduğu ve Arapçayı çok iyi bildiği hâlde, Kur'an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadılar. Çünkü Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, herkesin seviyesine göre konuşurdu.
Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hazret-i Ali "radıyallahü anh" gibi ilim deryası büyük bir zatın anlayamadığı tefsiri günümüzün mezhepsizleri nasıl anlayacak ki? O hâlde, Resulullah efendimizin açıkladığından farklı bir şekilde Kur'ana mânâ vermek yanlıştır.

NÂFİLE KILARKEN

Sual: Nâfile kılan kimse, zamm-ı sûreyi bir rekâtta iki defa veya daha fazla okusa yahut her iki rekâtta da aynı sûreyi okusa mekruh olur mu?
CEVAP: Nâfile namazlarda mekruh olmaz, fakat farz ve kaza namazlarında mekruh olur. (Halebî, Hindiyye)

DUL KADINA MEHİR

Sual: Dul kadınla evlenen de mehir verir mi?
CEVAP: Evet, verir.
29.11.2013
[Continue Reading]

"İşte Allah'tan böyle korkulur!" - 30.11.2013

Rebî bin Heysem hazretleri, Tabiîn devrinde Kûfe’de yetişen büyük âlimlerdendir. Eshâb-ı kirâm’ın birçoğu ile görüşmüş, onlardan ilim öğrenip, hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur...
Bu mübarek zat, gözünü haramlardan o derece korur ve etrafına bakınmazdı ki; bâzıları onu kör zannederdi! Yirmi sene Abdullah İbn-i Mes'ud hazretleriyle beraber bulundu. Hatta İbn-i Mes'udun hizmetçisi onu görünce;
- Âmâ dostun geliyor, derdi.
İbn-i Mes'ud da onun bu sözüne gülerdi. Çünkü onu içeri almak için kapıyı açtığı zaman gözlerini kapamış ve başını yere eğmiş görürdü.
Rebî bin Heysem, kimseyle münakaşa etmez, kimseye kötü söz söylemez ve beddua etmezdi. Bir gün kendisine biri kötü söz söyleyince, ona buyurdu ki:
- Söylediklerini Allahü teâlâ duyuyor. Şayet ben, Cennet ile aramdaki güçlükleri aşıp Cennete girersem, senin sözlerinin bana zararı yoktur. Eğer Cennete giremezsem, söylediklerinden de kötü bir insanım!
***
Bir gün namaz kılarken yirmi bin dirhem değerindeki atının çalındığını gördü. Fakat ne namazı bozdu, ne de üzüldü. Yanında bulunanlar:
- Nasıl oldu bu iş, yazık oldu atına, diye kendisini teselli ediyorlardı.
O ise;
- Atın yularını çözerken çalan adamı görmüştüm, dedi.
Onların;
- O halde niçin mâni olmadınız? demeleri üzerine şu cevabı verdi:
- Atımdan daha sevimli olan bir şey ile, yâni namaz kılmakla meşguldüm. Onu kaçıramazdım!
Adamlar hırsız hakkında kötü sözler söylemeye ve bedduâ etmeye başlayınca, onlara dedi ki:
- Hayır bedduâ etmeyin. Ben atımı ona hediye ettim. Sadakam olsun.
***
Bir gün İbn-i Mes'ud hazretleriyle birlikte demirciler çarşısına gitti. Orada körüklerin ateşleri alevlendirdiğini görünce, Cehennem ateşini hatırlayarak düşüp bayıldı.
İbn-i Mes'ud hazretleri namaz vaktine kadar başında beklediyse de, ayılmadığını görünce, onu sırtına alarak evine getirdi. 24 saat baygın kaldı. Başından ayrılmayan İbn-i Mes'ud hazretleri:
- İşte Allah'tan böyle korkulur demiştir.
30.11.2013
[Continue Reading]

Kaybeden, iftiracılar oldu!.. - 29.11.2013

İmam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi hazretleri, (1563-1624) Hindistan'da yetişen en büyük velî ve âlimdir. Âriflerin ışığı, velilerin önderi, İslam’ın bekçisidir...
Hasetçiler, bu mübarek zata iftira atarak zamanın Sultanına şikâyet ettiler. Sultan bu iftiracılararın sözlerine inandı. Oğlu Şah Cihan’ı gönderip, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini, evlâtlarını ve talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeye karar verdi. Şah Cihan gitti ve; 
“Babama secde edersen seni kurtarabilirim” dedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de “Ecel gelince, ölümden hiçbir şey kurtaramaz” deyip secde etmeyi kabul etmedi ve tek başına Sultana gitti... Yapılan iftiralara karşı o kadar güzel ve doyurucu cevaplar verdi ki, Sultan, özür diledi ve kendisini serbest bıraktı... 
Ancak, hasetçiler; “Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir” diyerek Sultanı yine inandırdılar. Sultan, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Güvalyar Kalesi’ne hapsedilmesini emretti...
Bu hâdiseye çok üzülen talebeleri isyan çıkarmak istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat İmâm-ı Rabbânî hazretleri onları rüyâlarında ve uyanık iken bu işten menetti. Sultana hayır duâ etmelerini emredip;
"Sultanı incitmek bütün insanlara zarar verir" buyurdu. Çünkü, Ehl-i sünnetin bir alâmeti de devlete isyan etmemek idi...
Sultanın veziri, koyu bir muhalif olduğundan, zindanda, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin başına kardeşini tayin edip ona şiddet uygulamasını emretmişti. Bu görevli ise ondan çeşitli kerametler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hatta neşe görerek tövbe etti. Bozuk itikâdını terk edip Ehl-i sünneti seçti ve onun halis talebelerinden oldu... Kalede hapis bulunan binlerce kâfir, onun bereketi ve sohbetleri ile Müslüman olmakla şereflendiler. Birçok günâhkâr tövbe etti. Hattâ bazıları yüksek âlim oldu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri hapiste üç sene kaldıktan sonra, Sultan, yaptığına pişman oldu. Hapisten çıkarıp ikram ve ihsan eyledi. Hatta halis talebesinden ve sadık dostlarından oldu... Şer gibi görünen bu hadise, hayırla neticelenmiş; kaybeden yine iftiracılar olmuştu!..
29.11.2013
[Continue Reading]

Cehennemin anahtarlarını al!

    (Dünden devam)
Yine buyurdu ki:
“Cehennemin anahtarlarını Muhammed Mustafa’ya ver. O da Ebu Bekir’e versin. Sen cehennem kapısında dur. Ebu Bekir kimi gönderirse onu cehenneme at.”
Resûl-i Ekrem anahtarı alır.
Ebu Bekir’e verip:
“Yâ Eba Bekir! Cehennemin anahtarlarını al” buyurur.
Malik, cehenneme döner.
? ? ?
Bir melek de çıkar.
Sağ taraftan gelir.
Malik’ten bin kat büyüktür.
Ay’dan ve güneşten nurludur.
Misk’ten güzel kokuludur.
Tesbih ederek gelir.
Resulullahın huzurunda durur.
Selam verir.
Ve sorar ki:
“Yâ Muhammed! Beni tanır mısın?”
Peygamberimiz:
“Tanımıyorum!” buyurur.
? ? ?
O der ki:
“Ben cennet meleği Rıdvan’ım.
Allahü teâlâ bana emretti ki:
‘Cenneti Arasat’a getir!’.
‘Başüstüne’ dedim.
Cenneti getirdim.
Yine emretti ki:
‘Cennetin anahtarlarını Muhammed Mustafa’ya ver. O da Ebu Bekir’e versin. Sen cennetin kapısında dur. Ebu Bekir kimi dilerse cennete al!’
O melek böyle söyler.
Ve yerine gider. (Devamı yarın) ("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
30.11.2013
[Continue Reading]

Halk ondan korkar! - 29.11.2013

 (Dünden devam)
Peygamberimiz (aleyhisselam), halkın ürkmesini ve feryadını görüp ve işitip minber üzerine çıkar.
Mahşer halkına bakar.
Bir melek görür.
Dikkatini çeker.
Ve hayret eder.
Zira yedi yüz bin başı vardır. Her başında yedi yüz bin dili vardır. Her dil, bir lisanla Allahü teâlâyı tesbih eder. Hiçbir lügat birbirine benzemez.
Burnundan duman çıkar.
Ehl-i mahşeri sarar.
Halk ondan korkar.
? ? ?
Resûl-i Ekrem bu hâli görür. Mübarek başını secdeye koyar.
Ve secdede:
“Yâ Rabbî! Ümmetime selamet ver” diye yalvarır.
Melek Resulullah’ı görür.
Huzuruna gelir.
Ona selam verir.
Ve kendisine:
“Yâ Muhammed! Beni tanır mısın?” diye sorar.
Efendimiz:
“Tanımıyorum” buyurur.
? ? ?
Melek “Ben, cehennem meleği olan Malik’im” diye tanıtır.
Ve şöyle arz eder:
Allahü teâlâ bana emretti ki:
“Cehennemi getir, Arasat meydanına koy!”
Ben de getirdim.
Arasat’a koydum.
Buyurdu ki:
“Cehennemin yedi kapısını bağla!”
Ben de bağladım. (Devamı yarın) ("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
29.11.2013
[Continue Reading]

Abdullah CevalikiAbdullah Cevaliki - 30.11.2013

Abdullah Cevaliki hazretleri, hadis hafızı, yani yüzbin hadis-i şerifi ravileriyle birlikte ezbere bilen âlimlerdendi. İran’da Ahvaz’da doğdu. Hicaz, Şam, Mısır ve Irak'ta devrinin meşhur âlimlerinden hadis tahsil etti. 306 (m.918)’de Ahvaz’da vefat etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden biri:
Adi bin Hâtem’in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Kıyâmet günü bir cemâate, Cennete gitmeleri emredilir. Cemâat, Cennete yaklaşır. Nihâyet Cennetin kokusunu duyarlar. Cennetin köşklerini ve Cennet ehli için hazırlanmış olan ni’metleri görürler. Bu esnada; 'Onları oradan geri döndürünüz. Zira onların Cennette nasîbleri yoktur' nidası gelir. Pişmanlıkla ve üzgün bir şekilde geri dönerler. Bunlar gibi hiç kimse geri çevrilmezler. Bunlar derler ki: 'Yâ Rabbî! Bizi, dostlarına verdiğin sevâbları göstermeden önce Cehenneme atsaydın, bize daha kolay gelirdi.' Allahü teâlâ buyurur ki: 'Bu size murâd ettiğim şeydir. Siz dünyâda, yalnız kaldığınız zaman günah işleyerek bana karşı geldiniz. İnsanların yanında ise, amellerinizle onlara gösteriş yapıyordunuz. İnsanlardan korkuyor, beni unutuyordunuz. İnsanlara hürmet ediyor, bana hürmeti unutuyordunuz. İnsanlar için terk ettiğinizi, benim için terk etmiyordunuz. Bugün size azâbımı tattıracağım ve sizi, sevâblara vereceğim bol ni’metlerden mahrûm edeceğim' buyurdu."
Orada bulunanlardan birisi, Resûl-i ekrem efendimize; "Kurtuluş nedir?” diye sordu. Resûl-i ekrem efendimiz; “Allahü teâlâyı aldatmamandır” buyurdu. Bunun üzerine o zât; “Allahü teâlâ nasıl aldatılır yâ Resûlallah?” diye sorunca, Resûl-i ekrem efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Allahü teâlânın ve Resûlünün emrettiği amelleri, Allah rızâsı için yapmayıp, başkaları için yapmaktır. Riyadan korkunuz. Zira riya, şirk-i asgardır (küçük şirktir). Gösteriş için amel edenlere, kıyâmet günü insanların önünde, şu şekilde ve şu dört ismi ile nidâ olunur: Ey mürâî (amelini gösteriş için yapan), ey gâdir (vaadini bozan), ey fâcir (günahkâr), ey hâsir (zararda olan), amelini heba, sevâbını yok ettin. Sana bizim katımızda bir karşılık yok. Ey hilebaz! Amelini kimin için yaptınsa, karşılığını git ondan iste” buyurdu.

30.11.2013
[Continue Reading]

Ebu Mansur Abbadi - 29.11.2013

Ebu Mansur Abbadi hazretleri hadis âlimi, vaiz ve hatiblerdendir. 491'de (m. 1098) Türkistan’da Merv yakınlarında  doğdu. Merv'de hadis dersi aldı ve daha sonra hadis rivayet etti. Selçuklu Sultanı Sencer'in elçisi olarak Bağdat'a gitti. Elçilik göreviyle gittiği Hûzistan'da 547'de (m. 1152) vefat et­ti. Cenazesi Bağdat'a getirilerek defnedildi. Sohbetlerinde, büyüklerden naklederek buyurdu ki:
“Ebû Ali Dekkâk buyurdu ki: Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamaz ise, hakîkî âşık değildir.”
“Ebü’l-Hasen-i Harkânî buyurdu ki: Şayet bir mü’mini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mü’mini ziyâret için verilen sevâb, fakirlere verilen yüzbin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mü’min kardeşinizi ziyârete gittiğinizde, Allahü teâlânın rahmetine kavuştuk diye i’tikâd edin.”
Ebû Ali Sakafî buyurdu ki: Sağlam bir dal, ancak sağlam bir kökten çıkar. Şimdi hareketlerinin sıhhatli ve sünnet üzere olmasını isteyen kimse, önce kalbindeki ihlâsı sıhhatli hâle getirmelidir. Zîrâ zâhir amellerdeki sıhhat, bâtın amellerindeki sıhhatten hâsıl olur.”
“Ca’fer-i Sâdık buyurdu ki: Beş kimsenin sohbetinden, yani beş kimse ile beraber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâima aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yani aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü kötü kalpli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca seni harcar. Beşincisi, fâsıktan yani günah işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü seni bir lokma ekmeğe satar.”
“Abdullah bin Muhammed buyurdu ki: Allahü teâlâ çeşitli ibâdetler bildirdi. Sabrı, sıdkı, namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfar etmeyi buyurdu. İstiğfarı en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusurlu görüp, hepsine af ve mağfiret dilemesi lâzım oldu."
"Farzlardan birini eda etmeyen, sünneti yapmama belâsına yakalanabilir. Sünneti terk edenin ise bid’ate düşmesi muhakkaktır.”

29.11.2013
[Continue Reading]

28 Kasım 2013 Perşembe

Kur’anı açıklamak -2- 28.11.2013

İmam-ı Kurtubî hazretleri de buyuruyor ki: Resulullah’ın beyanı iki türlüdür:
a) Kitapta mücmel [özet, kısa, kapalı] olarak gelen ifadeleri açıklamaktır. Beş vakit namaz, vakitleri, secdeleri, rükûları, bozanları, mekruhları ve diğer hükümleri; zekâtın miktarı, vakti, hangi mallardan alınacağı; haccın nasıl yapılacağı gibi hususların açıklamasını Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yapmıştır. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Haccın nasıl yapılacağını benden öğrenin!) [Müslim, Ebu Davud]
(Namazı benim kıldığım gibi kılın!) [Buharî]
b) Resulullah'ın ikinci beyan şekli, Allah’ın kitabının hükmünden başka hüküm ortaya koymaktır. Bir kadının halası ve teyzesiyle birlikte nikâhlanmasının haram kılınması, evcil eşeklerin ve parçalayıcı azı dişi olan yırtıcı hayvanların yenmesinin haram kılınması gibi hükümler buna örnektir.(Cami-ul-ahkâm)
(Yalnız Kur'an) diyenlerin böyle diyeceklerini Resulullah, mucize olarak bildirmiştir. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacak, bir hadis söylenince, “Resulullah böyle söylemez, bunu bırak, Kur'ana bak” diyeceklerdir.)[Ebu Ya’la]
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecekler. Yemin ederim ki, benim emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümlerin sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyen [türedi]ler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
Kur'an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) buyuruluyor. (Yalnız Kur'an) diyenler samimi olsaydı, Allah'ın emrine uyup Resulünün emirlerini de esas alırlar, (Yalnız Kur'an) demezlerdi. 2- Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın (Resulüme uyan, bana uymuş olur) emrine uyarak, âyet-i kerimeleri açıklamış, Kur'an-ı kerimde bulamadığımız binlerce hüküm bildirmiştir. 3- Peygamber efendimiz, hâşâ Allahü teâlânın emrine aykırı iş yapmaz. (Yapar) denirse, bu, Allah'ı suçlamak olur. Allahü teâlâya itaat etmeyen peygamber olur mu? Hâşâ Resulü yanlış iş yapar da, Allahü teâlâ düzeltmez mi? 4- Resulü de, Allahü teâlânın bildirdiğini bildireceği için (Resulüme uyun!) buyuruyor. 5- Elbette Kur’an-ı kerimi anlayamadıkları için sual ettiler. Anlayabilselerdi niye soracaklardı ki? (Devamı var)
28.11.2013
[Continue Reading]

Muhammed benim Habib’imdir - 28.11.2013

       (Dünden devam)
Melekler:
“Yâ ilahel âlemin! Biz bilirdik ki Hazret-i Muhammed senin katında İbrahim Halil’den azizdir. İbrahim Halil’i cennet tarafında, Muhammed Habib’i ise cehennem tarafına buyurdun” derler.
Hak teâlâ:
“İbrahim benim Halil’imdir. Muhammed Habib’imdir. İbrahim’i cennet tarafında tutun ki ümmet-i Muhammed’den affettiklerim cennete giderken Onu görsünler” buyurur.
? ? ?
Yine buyurur ki:
“Muhammed’i cehennem tarafında tutun ki ümmetinden cehenneme gönderdiklerime şefaat etsin. Onun ümmetinin bazısını rahmetimle, bazısını da Onun şefaatiyle affederim.”
Yine Hak teâlâdan:
“Merhaba Halil, merhaba Habib, merhaba Sıddık” diye hitab-ı izzet gelir.
Hazret-i İbrahim:
“Gökleri ve yeri, aydınlık ve karanlığı yaratan Allahü teâlâya hamd olsun” der.
? ? ?
Peygamberimiz:
“Bizden üzüntüyü gideren Allahü teâlâya hamd olsun” buyurur.
Hazret-i Ebu Bekir de:
“Vaadinde sadık olan Allahü teâlâya hamd olsun” der.
Halil, Habib ve Sıddık’ın hamd etmeleriyle halk birbirine girerler.
Feryat ederler.
Figan ederler. (Devamı yarın) (Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn kitabından alınmıştır.)
28.11.2013
[Continue Reading]

"Bizim vazifemiz doğruyu bildirmek!" - 28.11.2013

İmam-ı Eşari Ehl-i sünnetin iki itikad imamından biridir. (Diğeri de İmam-ı Matüridi hazretleridir) Basra'da doğdu. 941 senesinde Bağdat'ta vefat etti...
İmam-ı Eşari, üvey babası ile Mutezile kelamcılarından olan Ebu Ali Cübbai'nin talebesi olduğundan, bu bozuk yol üzerine yetiştirilmişti. 40 yaşına kadar Mutezile fırkasında bulundu. 40 yaşından sonra, Ramazan-ı şerifte gördüğü bir rüyada Peygamber efendimizin emri üzerine, bu bozuk yoldan dönüp, Ehl-i sünnet itikadına girdi.
Önce yazdıklarını iptal etti. Ehl-i sünnet itikadı üzere kitaplar yazıp, dağıttı...
***
Ebu Abdullah ibni Hafif hazretleri şöyle anlatmıştır:
"Gençliğimde, İmam-ı Eşari hazretlerini görmek için Basra'ya gitmiştim. Oraya vardığımda, heybetli ve güzel yüzlü, yaşlıca bir zat gördüm. Ona; 
-Ebu'l-Hasen Eşari hazretlerinin evi nerededir? dedim. 'Onu niçin arıyorsun?' dedi. 'Onu seviyorum ve görüşmek istiyorum' dedim. Bana, 'Yarın erkenden buraya gel' dedi...
Ertesi gün erkenden söylediği yere gittim. Beni yanına alıp, Basra'nın ileri gelenlerinden birinin evine götürdü, içeri girince, o zata yer gösterdiler. O da oturdu. Mutezilenin meşhur âlimleri, münazara için orada toplanmıştı. Biz girip oturduktan sonra, o mecliste bulunanlar, aralarında oturan bir Mutezile âlimine çeşitli meseleler sormaya başladılar. O şahıs cevap vermeye başlayınca, beni oraya götüren zat karşısına çıkıp, söylediği yanlış şeyleri reddediyor, doğrusunu söyleyip, onu susturuyordu. Öyle konuşuyordu ki, dinleyenleri tam ikna edip, doyurucu bilgi veriyordu...
Ben, bu zatın haline ve ilmine hayran oldum. Yanımda bulunan birine 'Bu zat kimdir?' dedim. 'Ebu'l-Hasen Eşari'dir' dedi... İmam-ı Eşari evden çıktıktan sonra, yine peşinden gittim. Yanına yaklaşınca; 
-İmam-ı Eşari'yi ve hizmetini nasıl buldun? buyurdu. 'Fevkalade' dedim... Sonra,
-Efendim, o mecliste neden siz baştan bir mesele sormadınız? Başkaları sorduktan sonra mevzuya girdiniz? dedim. Bana, çok etkilendiğim şu cevabı verdi:
-Biz, bunlarla konuşmak için söze girmiyoruz. Ancak Allahü teâlânın dininde yanlış ve sapık şeyler söylediklerinde reddediyoruz. Yanlış olduğunu ispat edip, kendilerine doğrusunu bildiriyoruz!"

28.11.2013
[Continue Reading]

Erzincanlı Mustafa Hilmi Efendi - 28.11.2013

Erzincanlı Mustafa Hilmi Efendi, Osmanlı âlimlerindendir. 1805’te doğmuştur. Terzi Baba’nın sohbetlerinde kemale ermiş ve ondan Nakşibendi icazeti almıştır. 1882 senesinde Mekke-i Mükerreme'de hac farizasını yerine getirirken hastalanmış ve orada vefat etmiştir. Bir dersinde şunları anlattı:
Eshâb-ı kirâmın hepsini üstün bilmemiz, sevmemiz, hepsine iyi gözle bakmamız, herbirinin âdil ve sâlih olduğuna inanmamız lâzımdır. Âl-i İmrân sûresinin yüzonuncu âyet-i kerimesinin meâl-i şerifi, (Siz ümmetlerin hayırlısısınız) ve Tevbe sûresinin yüzüncü âyet-i kerimesinin meâl-i şerifi:(Önce Müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da, Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ bunlar için Cennetler hazırladı. Bu Cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır.) 
Bir hadis-i şerifte, (Eshâbımı sövmeyiniz! Eshâbımdan sonra gelenlerden bir kimse, dağ kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir avuç arpa vererek kazandığı sevaba veya yarısına kavuşamaz) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Herhangi birisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz!)buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Eshâbıma düşmanlık etmekten sakınınız! Allahtan korkunuz. Onları seven beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de elbette Allahü teâlâyı incitir) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (İnsanların en iyisi, benim zamanımda bulunan Müslümanlardır. Onlardan sonra en iyisi, onları görenlerdir. Onlardan sonra da en iyisi, onları görenleri görenlerdir. Onlardan sonra gelenlerde iyi olmıyanlar da vardır) buyuruldu.
Başka bir hadis-i şerifte, (Ümmetimin en iyisi, benim bulunduğum zamanda olanlardır. Onlardan sonra en iyisi, onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra da en iyisi, daha sonra gelenlerdir) buyuruldu. Münâvînin ve Tirmüzînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Beni gören ve beni görenleri gören bir Müslümanı Cehennem ateşi yakmaz) buyuruldu. Bu âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, Eshâb-ı kirâmın üstünlüğünü açıkça göstermektedirler.

28.11.2013
[Continue Reading]

27 Kasım 2013 Çarşamba

Kur’anı açıklamak- 27.11.2013

Sual: Dört delilin üçünü kabul etmeyip (Yalnız Kur'an) diyen bir mezhepsiz diyor ki:
Nahl sûresinin 44. âyetinde geçen beyan etmek ifadesi, (Gizlemeden bildir!) demektir, yoksa (Sen bunu açıkla!) demek değildir. Çünkü Kıyamet sûresinin 19. âyetinde de, (Âyetleri açıklamak Allah’a aittir) deniyor. O hâlde herkes Kur'anı anlar.
Kur'an-ı kerimi herkes anlayabiliyorsa, şu sorulara cevap yazar mısınız?
1- (Âyetleri açıklamak Allah’a aittir) ne demektir?
2- Resulullah, Kur'an-ı kerimi açıklamak için yüz binlerce hadis-i şerifi niye bildirdi?
3- Madem âyetleri açıklamak Allah'a aitse, Peygamber efendimiz hâşâ niye Allah'ın emrini dinlemeyip Kur'an-ı kerimde olmayan birçok haramları hadis-i şeriflerle açıklamıştır?
4- Eğer, Kur’an açık, herkes anlarsa, niye Allah, Kur'an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) diyor? Niye (Yalnız Kur'ana uyun!) buyurmuyor?
5- Kur'an-ı kerimi anlamak kolaysa, dilleri Arapça olan Eshab-ı kiramın ileri gelenleri âyet-i kerimeleri niye Peygamber efendimize sual ettiler?
CEVAP: Bunları madde madde açıklayalım: 
1- Hazret-i Katade, (Kur’anı açıklamak bize aittir) ifadesinin, (Onun muhtevasındaki helâlleri ve haramları açıklamak bize aittir) demek olduğunu bildirdi. Ayrıca, (Kur’an-ı kerimde yer alan vaatleri ve tehditleri açıklayıp, gerçekleştirmek bize aittir) anlamına geldiği ve Resulullah’a hitaben, (Senin dilinle açıklamak, bize aittir) demek olduğu bildirilmiştir. (Kurtubî tefsiri)
Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” beyan etmesi, onun diliyle Kur’anın açıklanması demektir. (Kur’anı insanlara beyan edesin diye sana indirdik) mealindeki âyette geçen beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi, kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et!) derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alel-âlemîn) [Devamı var]
27.11.2013
[Continue Reading]

Bugün ne gündür? - 27.11.2013

Kıyamet günü bütün mevtalar kabirlerinden çıkıp başının üzerindeki toprağı silkerek kalkar. Ebu Bekr-i Sıddık da kalkar ve Resûl-i Ekrem’i kabr-i şerifleri üzerinde görür.
Ve Ona sorar ki:
“Yâ Resulallah! Bugün ne gündür?”
Resûl-i Ekrem:
“Arz günüdür” buyurur.
Ve Hazret-i Ebu Bekir’in elini tutar. Arş-ı âlâ’nın önüne giderler.
Allahü teâlâ emreder.
Nurdan üç kürsi getirilir.
Birini Arş’ın sağına.
Birini Arş’ın önüne.
Birini de soluna koyarlar.
? ? ?
Bir melek:
“İbrahim Halil’i, Muhammed Habib’i, Ebu Bekr-i Sıddık’ı getirin!” diye seslenir.
İbrahim aleyhisselamı getirirler.
Mübarek başına bir taç konmuştur. Arş-ı âlâ’nın karşısında durdururlar.
Resûl-i Ekremi de getirirler.
Onun da başında taç vardır.
Sonra Ebu Bekr-i Sıddık’ı getirirler. Başında örülü taç vardır.
? ? ?
Hitab-ı izzet gelir ki:
“İbrahim Halil’i Arş’ın sağında oturtun. Cenneti de Arş’ın sağında tutun!”
Melekler gelirler.
Emri ifa ederler.
Yine hitap gelir ki:
“Muhammed Habib’i Arş’ın solunda oturtun. Cehennemi de Arş’ın solunda tutun. Ebu Bekir’i Arş’ın önünde oturtun!” (Devamı yarın) (Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn kitabından alınmıştır.)
27.11.2013
[Continue Reading]

Ak tas, ak bal ve ak kıl!..

 "Ümmetimin yüzü bu tastan nurludur. Ümmetim için şefaat bu baldan tatlıdır. Şefaatin kabul olması bu kıldan incedir."

Bir gün Peygamber efendimiz aleyhisselam, Eshab-ı güzin hazretleri ile otururken, kudretten ortaya bir ak tas geldi. İçi ak bal ile dolu idi. Üstünde de bir ak kıl vardı. Hayret ettiler. Resulullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
-Gelin her birimiz bu üçüne bir temsil getirmeyince el sürmeyelim.
İlk önce Hazret-i Ebu Bekir söze başladı:
-Resulullah hazretleri bu tastan nurludur. Resulullah ile konuşmak bu baldan tatlıdır. Resulullahın sünnetini yerine getirmek bu kıldan incedir.
Ondan sonra Hazret-i Ömer söz aldı:
-İman bu tastan nurludur. İman getirmek bu baldan tatlıdır. İman ile gitmek bu kıldan incedir.
Sırada Hazret-i Osman vardı. O da şöyle temsil getirdi:
-Kur'an-ı kerim bu tastan nurludur. Kur'an-ı kerim okumak bu baldan tatlıdır. Kur'an-ı kerimin buyurduğunu tutmak bu kıldan incedir.
Sıra Hazret-i Ali'ye gelmişti. O da şöyle dedi:
-Misafirin yüzü bu tastan nurludur. Misafir ile yemek yemek bu baldan tatlıdır. Misafirin hatırını yerine getirmek bu kıldan incedir.
Orada Hazret-i Âişe validemiz de bulunuyordu. O da şunları söyledi:
-Helal [zevcin] yüzü bu tastan nurludur. Helali ile söyleşmek bu baldan tatlıdır. Helalin hizmetini yerine getirmek bu kıldan incedir.
Ondan sonra da Hazret-i Fatıma-tüz-Zehra söz aldı:
-Kız çocuğunun yüzü bu tastan nurludur. Annesini-babasını sever olması bu baldan tatlıdır. Kız çocuğunun ayıpsız evlenmesi bu kıldan incedir.
Orada bulunan herkes kendince mana vermişti. Fahri âlem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz de şöyle buyurdu:
-Ümmetimin yüzü bu tastan nurludur. Ümmetim için şefaat bu baldan tatlıdır. Şefaatin kabul olması bu kıldan incedir.
Muhterem okuyucularımız şu kadarını bilsin ki; "Bal Tefsiri"nin aslı bu kadardır. Bazılarının elden dağıttıkları ve internet ortamında dolaşanlar ilavelidir, uydurmadır...
27.11.2013
[Continue Reading]

Mustafa Münib Efendi - 27.11.2013

Müslümân ana babanın çocuğu âkıl baliğ olduğu zaman, yalnız (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) demekle Müslümân olmaz. Îmânı ve İslâmı bilmesi, anlatması da lâzımdır
Mustafa Münib Efendi Osmanlı âlimlerindendir. 1200 (m. 1784)’de Çanakkale-Biga’da doğup, 1264 (m. 1848)’de orada vefat etmiştir. Halveti Tarikatı'na mensub idi. 1264 (m. 1848)  yılında Biga'da büyük kolera hastalığı ortaya çıkarak, birçok kişinin ölümüne sebep olmuş, bu zat bu esnada şehrin kadısı ile konuşurken:
"Yâ Kadı, sen veya ben ölmedikçe bu hastalık sönmeyecektir" demiş ve ertesi gün hastalanarak vefat etmiş, ölümünden sonra da bu hastalıktan ölen olmamıştır. Bir dersinde buyurdu ki:
Îmânın şartı altıdır. Bunlar (Âmentü)'de açıklanmıştır. İmânın belli altı şeye inanmak olduğunu Resûlullah Efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bildirmiştir. (Âmentü billahi ve Melâiketihi ve Kütübihi ve Rüsûlihi vel-yevmil-âhıri ve bil kaderi, hayrihî ve şerrihi minallahi teâlâ vel-ba'sü ba'del-mevti hakkun, Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû).
Müslüman ana babanın çocuğu âkıl baliğ olduğu zaman, yalnız (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) demekle Müslüman olmaz. Îmânı ve İslâmı bilmesi, anlatması da lâzımdır. Îmânı anlatmak demek, inanılacak altı şeyi anlamak ve sorunca söylemek demektir. İslâmı bilmek demek, Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini kabûl etmektir.
Her Müslümanın, çocuğuna Âmentü'yü ezberletmesi ve manasını öğretmesi lâzımdır. Âkıl bâliğ olunca îmânı, İslâmı bilmeyen kimse, ben Müslümanım demekle Müslüman olmaz. Evlenecek kadın veyâ erkek, alacağı kimseye îmânı, İslâmı sormalı, söyletmeli veya İslâm nikâhı yapan kimse, evlenecek kıza ve erkeğe Âmentü'yü ve manalarını ve İslâmı söyletmelidir. Bundan sonra nikâhlarını kıymalıdır. Îmânı, İslâmı bilmeyenin İslam nikâhı kıyılamaz, yani nikâh sahîh olmaz. Çocuklarına îmânı, İslâmı öğretmeyen analar babalar, çocuklarını Müslüman olmaktan mahrum etmiş, kâfir olmalarına sebep olmuş olurlar. Çocukları ile birlikte, kendileri de Cehennemde bunun cezasını, âzâbını çekerler. Namazları, oruçları ve hacca gitmeleri, kendilerini bu azaptan kurtaramaz. Çünkü başkasının ve hele kendi yavrularının kâfir olmasına sebep olan kimse de kâfir olur.
[Continue Reading]

26 Kasım 2013 Salı

Tesbih çekmekte riya - 26.11.2013

Sual: Tesbih çekerken başkalarının görmesi riya olur mu?
CEVAP: Riya, ibadeti gösteriş için yapmaktır. Mal, mevki, saygı, şöhret gibi bir menfaat kazanmak maksadıyla yapılan ibadet de riya olur. Namaz, oruç, sadaka ve yol, cami yaptırmak gibi hayırlı amelleri, görenler beğensin de beni takdir etsin diye yapmak riyadır. Böyle ibadetlere sevab verilmez. Günah olur, azaba layık olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İbadetine riya karıştırana âhirette, “Git, sevabını o kişiden iste!” denir.) [İbni Mace]
Riyanın zıttı ihlâstır. İhlâs, gerek bedenle, gerek malla yapılan farz veya nafile bütün ibadetleri, sadece Allah rızası için yapmaktır. Allah rızasından başka niyetle yapılırsa riya olur.
Tesbih çekerken başkasının görmesi değil, kasten ona göstermek riya olur, yani herkes görsün, beni takdir etsin diye çekiliyorsa riya olur. Alışkanlık olduğu için veya kalbinde hiç gösteriş düşüncesi yoksa görülmesi riya olmaz. Ancak herkesin gözü önünde çekmek fitneye veya suizanna sebep olabilir. Kalbde riya olmadan, ev halkının yanında, Kuşluk, Teheccüd, Evvabin gibi nafile namazları kılmak, Kur’an okumak, tesbih çekmek, günlük okunması gereken duaları okumak, riya olmaz.  

CÜNÜBÜN SELAM VERMESİ

Sual: Cünüp kimse selam verebilir mi ve verilen selamı alabilir mi?
CEVAP: Elbette, selam verip alabilir. Hiç mahzuru olmaz. Selam güzel bir duadır. Cünüp kimse, Kur’an-ı kerimden sûre ve âyet okuyamaz, fakat her çeşit duayı okuyabilir, her çeşit zikri çekebilir, hatta Fatiha veRabbenâ âtinâ gibi dua âyetlerini, sadece dua niyetiyle okuyabilir. 

SÜNNETTE ZAMMI SURE

Sual: Sünnetlerde ve diğer nafile namazlarda, zamm-ı sure olarak aynı sureler okunabilir mi?
CEVAP: Okunabilir. Peygamber efendimiz, sabah namazının sünneti ile akşamın sünnetinde Kâfirun veİhlas’ı; öğle namazının ilk dört rekât sünnetinde dört Kul’ü; öğlenin son sünnetiyle yatsının son sünnetindeFelak ve Nas’ı okumuştur. (Tergib-üs salat)
Dört Kul: Kâfirun, İhlas, Felak ve Nas sureleridir.

EVİ HEDİYE ETMEK

Sual: Ben ölene kadar kendim oturmak şartıyla, evimi hanımıma veya çocuğuma hediye etmem caiz midir?
CEVAP: Caizdir.
26.11.2013
[Continue Reading]

Kazası olmayanın nâfile kılması - 25.11.2013

Sual: Kaza namazı borcu olmayanın, Kuşluk, Evvabin ve Teheccüd kılınan vakitlerde, dört rekâtlı kaza namazı kılarken, son iki rekâtında zamm-ı sûre okuması gerekir mi? Okumazsa vacibi terk etmiş olur mu?
CEVAP: Peygamber efendimiz, farzlarla beraber veya başka zamanlarda nâfile namaz kılardı. O, bu vakitlerde namaz kıldığı için bu namazlar bize sünnet olmuştur. Bu sünnet namazlar, revatib ve regaib diye ikiye ayrılır. Revatib, farzlardan önce veya sonra kılınan, müekked ve gayr-ı müekked sünnetlerdir. Regaib ise, Kuşluk, Teheccüd ve Evvabin gibi diğer sünnet namazlardır. Gerek revatib ve gerekse regaib sünnetlerin yerinde kaza kılınınca, bu sünnetler de kılınmış oluyor. Bu sünnetlere de niyet edince, ayrıca niyet sevabı da alınıyor. Farzların son iki rekâtında zamm-ı sûre okumak gerekmez. Okunsa da mahzuru olmaz. Ancak Kuşluk ve Teheccüd namazları en fazla 12 rekât olduğu için 12 rekâttan fazla kaza namazı kılınacaksa ve dört rekâtlı farzlar kaza edilecekse, kaza namazı olmayan kimse, son iki rekâtında zamm-ı sûre okumalıdır. Kaza namazı olanın ise okuması gerekmez.

SECDEYE İNİP KALKARKEN

Sual: Secdeye gidince, önce alnı mı, yoksa burnu mu koymak gerekiyor?
CEVAP: Alından önce burnu yere koymak müstehabdır. Kalkarken de tersi yapılır, yani önce alın, sonra burun kalkar. Diğer uzuvlar da böyledir. Secdeye inerken, önce sağ, sonra sol diz, sonra sağ, sonra sol el, sonra burun ve alın yere konur. Secdeden kalkarken bunun tersi yapılır. Yani önce alın, sonra burun, sonra sol el ve sağ el, sonra sol diz ve sağ diz yerden kaldırılır. Böyle yapılmasa da namaz yine sahihtir, mekruh da olmaz, fakat müstehab sevabından mahrum kalınır. Bunları, dikkati çekecek kadar yavaş yapmamalıdır.

SON SAFTA YER YOKSA

Sual: Cemaat farza başladıktan sonra mescide gelen, son safta yer yoksa ne yapar?
CEVAP: Cemaat ayaktaysa, rükûa kadar birini bekler. Kimse gelmezse, rükûa varılmadan önce, öndeki safa sıkışır. Öndeki safa sığmazsa, arkaya, yanına gelmesi için güvendiği birinin omzuna dokunur. Güvendiği kimse yoksa en arkada yalnız durur. Cemaat oturuyorsa, o zaman son safta yer olmasa da, kimseyi yanına çağırmaz, en arkada yalnız durur.
25.11.2013
[Continue Reading]

Ey mutmainne olan nefs! - 26.11.2013

Resul aleyhisselam buyurdu ki: “Allahü teâlâ o gün, İsrafil aleyhisselama Sur’a üflemesi için emreder.
O, ayakları yerde, başı Arş-ı âlâ’da bir melektir. Yaratıldığı günden beri Sur’u ağzına almış, bir ayağı ileri, bir ayağı geri, gözlerini Arş’a dikmiş olarak durur.
Vakta ki emrolunur.
Hemen Sur’a üfürür.
Sur’a üflemeye başlayıp nefesi Sur’u dolduruncaya kadar kırk yıl geçer.
? ? ?
Sur, bir borudur ki bütün canlıların adedince onda delikler vardır.
Her delik bir ruha aittir.
Ruh, o delikten çıkar.
Kendi bedenine girer.
Eğer bir bedenin başı doğuda ve ayağı batıda olsa, Allahü teâlânın emriyle derhâl birleşirler. Bütün ruhlar Sur’dan çıkar, kendi bedenlerine girerler.
? ? ?
Bir ruh hariç.
Ebu Bekir’in ruhu.
O Sur'dan çıkmaz.
Melek bir daha üfürür.
Yine çıkmaz.
Allahü teâlâ ‘Yâ İsrafil! Sen sakin ol. Ben onunla konuşayım’ buyurur.
Sonra:
‘Ey mutmainne olan nefs! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olduğu hâlde çık ve Rabbine dön. Salih kullarımla cennete gir!’ buyurur.
Ruh bu emri dinler.
Sur’dan dışarı çıkar.
Görür ki Resulullah’ın mübarek ruhu da çıkmış, kendisini beklemektedir.” ("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
26.11.2013
[Continue Reading]

Şu yöne doğru yürü - 25.11.2013

 (Dünden devam)
Oğlunu uyuyor zannetti.
Uyandırmaya kıyamadı.
Çocuk kendine geldiğinde, babası baş ucundaydı.
Sordu babası:
“Oğlum, ne bu hâlin?”
“Ben âşık oldum baba.”
“Âşık mı oldun, kime?”
“Son Peygamber Muhammed aleyhisselama.”
? ? ?
Adam beyninden vurulmuşa döndü. Şiddetle dövüp hapsetti onu bir hücreye.
Habbab el açıp:
“Yâ Rabbî! Beni Habibine kavuştur” diye yalvardı.
O an bir ses duydu.
Gaipten geliyordu.
“Onu görmek istiyorsan, şu yöne doğru yürü” diyordu.
Habbab sevindi.
Çıktı hücreden.
O yöne doğru yürümeye başladı.
Sanki kuvvetli bir mıknatıs, onu Resulullah Efendimize doğru çekiyordu.
Nihayet Medine’ye vardı.
Bir evin eşiğine çöktü.
Yorulmuştu.
? ? ?
Ev sahibi çıktı kapıya.
Ve sordu hemen:
“Sen kimsin evladım?”
“Adım Habbab. Allah’ın Habibini arıyorum” dedi.
O da tuttu kolundan.
Resulullah’a götürdü.
Böylece âşık maşukuna kavuştu.
Habbab, sevincinden ağlıyordu.
Sonra olan oldu.
Kelime-i şehadeti söyledi.
İmanla şereflendi. 
(radıyallahü anh)
25.11.2013
[Continue Reading]

“Ben, dünyanın hükümdarıyım!.." - 25.11.2013

Bugün, Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın vefat yıl dönümüdür. Muhammed Alparslan, Türk milletinin en büyük kahramanlarındandır. Malazgirt'te Bizans ordusunu yenerek Türklere Anadolu kapılarını açmıştır...
Sultan Alparslan, tarihî zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama tesisleri yapmak suretiyle de büyük hizmetler yaptı. Zamanında; İmam-ı Gazali ve İmam-ı Serahsi gibi büyük âlimler yetişmiştir...
Muhammed Alparslan, İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan bid'at fırkalarıyla çok mücadele etmiştir. Hatta bir gün; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı” demiştir...
***
Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, Batıni fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hainin bir planı vardı! Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada hücum edip, hançeri ile onu öldürecekti! Nitekim öyle yaptı. Huzuruna vardığında Sultana saldırdı. Hançeriyle onu yaraladı. Kendisi de anında orada infaz edildi...
Sultan Alparslan aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, tarihe geçen şu sözleri söyleyerek şehit oldu: 
“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. 'Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?' diye düşündüm. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak beni aciz bir kulu ile cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!..” 
25 Kasım 1072’de 42 yaşındayken vefat eden Alparslan, Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Ruhu şad olsun...
25.11.2013
[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates