<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









2 Ekim 2015 Cuma

AFGANİSTANLI ÂLİM İbnü's-Semmâk Herevî

Allahü teâlânın bazı melekleri vardır, yeryüzünde dolaşırlar. Allahü teâlâdan ve peygamberinden, ahiretten bahseden yerleri araştırırlar.
İbnü's-Semmâk Herevî hazretleri hadis hafızı olup Sahîh-i Buhârî râvilerindendir. 356 (m. 967’de Afganistan’da Herat’ta doğdu. İlk tahsilinden sonra Bağdat'ta Dârekutnî ve Bâkıllânî, Şam’da Kilâbî, Mısır'da el-Kâtib, Mekke'de Dîneverî gibi zamanın en büyük âlimlerinden hadis öğrendi ve talebe yetiştirdi. 434 (m. 1043)’de Mekke'de vefat etti. Şöyle nakleder:
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki: “Allahü teâlânın günahları ve sevapları yazan meleklerinden, yani kiramen katibin meleklerinden başka melekleri de vardır. Bu melekler yeryüzünde dolaşırlar. Allahü teâlâdan ve peygamberinden, ahiretten bahseden yerleri araştırırlar. Böyle bir yer buldular mı; birbirlerine haber verirler. 'Buraya gelin, buraya gelin, burada Allahtan ve Peygamberden bahsediyorlar' derler. Melekler oraya gelirler, bir zarar gelmesin diye kanatlarıyla orayı ihata ederler, Arş'a kadar orayı muhafaza altına alırlar. Sonra Allahü teâlâ o meleklerine, 'kullarımı ne halde buldunuz?' diye sorar. Melekler, 'Yarabbi onlar senden bahsediyorlar' derler. Cenab-ı Hak, onlar 'beni gördüler mi ki, benden bahsediyorlar?' buyurur. 'Hayır' derler. 'Peki, görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. 'Yarabbi görselerdi daha çok zikrederler, yalnız Allah derlerdi' derler. Cenab-ı Hak meleklere, 'benim kullarım ne istiyor?' buyurur. 'Yarabbi bu kulların cehennemden korkuyorlar' derler. Cenab-ı Hak, 'onlar cehennemi gördüler mi ki; cehennemden korkuyorlar!' buyurur. 'Hayır görmediler' derler. 'Peki görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. Melekler, 'görselerdi, haram ve günahlardan daha çok sakınırlardı' derler. Allahü teâlâ, 'benim bu kullarım ne istiyorlar' buyurur. Melekler, 'Yarabbi onlar cennetini istiyorlar' derler. Allahü teâlâ meleklerine, 'Peki bu kullarım cenneti gördüler mi?' buyurur. 'Hayır görmediler' derler. 'Peki görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. Melekler, 'görselerdi, sana daha çok ibadet yaparlardı' derler.
Allahü teâlâ meleklerine, 'Şahit olun ki; orada bulunanların hepsini affettim. Hepsine cennetimi söz veriyorum' buyurur. Melekler, 'Yarabbi onların arasında birkaç kişi var ki, sohbetle alakası yoktur. Onlar başka bir maksatla gelmişlerdi. Onları ne yapacağız' derler. Allahü teâlâ, 'Onlar da benim misafirim olsun. Madem dostlarımın yanındalar, onları da affettim. Onları da cennetime aldım' buyurur.”
2.10.2015
[Continue Reading]

Zamanının bir tanesi: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî

Büyük âlimlerin beyânlarına göre, Mevlânâ Hâlid hazretleri; zamânındaki Bağdâd ve Irâk âlimlerinin ve mutasavvıflarının, belki, asrındaki bütün ülkelerdeki âlimlerin üstünde idi...

                                                                                   
Irâk-Bağdâd’ın şimâlinde/kuzeyinde bulunan “Şehrezûr” kasabasında/kazâsında hicrî 1192 [m. 1778] senesinde tevellüd edip Sûriye-Şâm’da hicrî 1242 [m. 1826] yılında tâûndan/vebâdan vefât eden, “Sôfiyye-i aliyye”/"Silsile-i aliyye” olarak bilinen âlimler ve velîler zincirinin büyüklerinden [yirmi dokuzuncusu] olan Ziyâeddîn Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Osmânî (kuddise sirruh), yüzlerce/binlerce büyük âlim ve velî yetiştiren, İslâm ilimlerinin mütehassıslarından, büyük İslâm âlimi, asrının müceddididir. Bütün Anadolu, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu’yu ilim ve feyizle dolduran büyük bir âlim ve velîdir.
Babası Ahmed bin Hüseyin’dir. Annesi ise, Hazret-i Ali’nin (radıyallahü anh) soyundandır. Vefâtında, cenâze namâzını, talebesi, büyük Osmânlı âlimi, seyyid, allâme Muhammed Emîn İbn-i Âbidîn (rahmetullahi aleyh) kıldırmıştır.
Hazret-i Osmân-ı zin-nûreyn (radıyallahü anh)’in soyundan geldiği vesîkalarla sâbittir. Onun için “Mevlânâ Hâlid-i Osmânî” diye de anılır.
[Hayâtı, “el-Mecdü’t-Tâlid” ve “Şemsü’ş-Şümûs” isimli Arabî kitaplarda genişçe anlatılmaktadır. Bu iki kitâbın hem İslâm harfleriyle (Osmânlıca), hem de Latin alfabesiyle Türkçe tercümeleri de vardır. Ansiklopedilerde ve diğer birçok kitapta da ondan genişçe bahsedilmektedir.]
Küçük yaşta, aklî ve naklî ilimleri öğrenmiştir. Tefsîr, hadîs, fıkıh, akâid/kelâm, usûl, tasavvuf, sarf, nahiv, bedî, beyân, belâgat, meânî, vad’, bahs, edeb/âdâb, arûz, lüğat, mantık gibi dîn ilimlerinin yanı sıra fen ilimlerini de çok iyi bilmektedir. Hattâ onun hakkında, bu ilimlerin hepsinde “ferîdü’l-asr ve vahîdü’d-dehr: Zamanının bir tanesi idi” terimi kullanılmaktadır. Fîrûzâbâdî’nin koca "Kâmûs" lügatini ezberlemiştir. Hikmet (Fen), Fizik, Hesâb (Matematik), Hendese (Geometri), Hey’et (Astronomi) ilimlerinde, “Rub-ı Dâire” üzerinde mütehassıs olduğu, “el-Hadâiku’l-Verdiyye” kitâbında yazılıdır.
Fazîletli, ilim deryâsı seyyid Abdurrahîm Berzencî’den, onun kardeşi seyyid Abdülkerîm Berzencî’den, Abdullah-ı Harpânî’den, anlatılan ve anlatılamayan ilimlerde derin âlim Muhammed bin Âdem-i Kürdî’den, fazîletler sâhibi Sâlih-i Kürdî’den, üstünlükler sâhibi Abdurrahmân-ı Kürdî’den ve daha birçok âlimden ders görüp, ilim öğrenmiş ve onlardan icâzet (diploma) almıştır.
Büyük âlimlerin beyânlarına göre, zamânındaki Bağdâd ve Irâk âlimlerinin ve mutasavvıflarının, belki, asrındaki bütün ülkelerdeki âlimlerin üstünde idi. Adı her tarafa yayıldı. [İnşâallah yarınki makâlemizde de, bu mühim konumuza devam edelim.]
2.10.2015
[Continue Reading]

Namaz dinin direği değil mi?

Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgünse, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.

Sual: Hoca denilen sosyalist bir yazar, (Namaz, karın doyurmaz, önce fakirin karnını doyurmalı. Namazın kazası da, cezası da yoktur. Dinin direği falan da değildir) diyor. Bu sözler küfür değil mi?
CEVAP: Elbette küfürdür. Bir Müslüman, namaz hakkında öyle çirkin sözler söyleyemez. Böyle söyleyen, Müslüman ise küfre düşer. Müslüman olmayan da, ne söylerse söylesin, sözünün hiçbir değeri olmaz.
(Allah’ın ve Peygamberin emrettiği namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak değildir. Allah’ın ismini zikretmek ve Onun büyüklüğünü düşünmek demektir) diyen kimse, namazı inkâr etmiş ve Müslümanların dinini bozmuş olur. Mahkeme kararıyla cezalandırılması lazım olur. Tutulduktan sonra yaptığı tevbesi kabul olmaz. (Dürr-i yekta şerhi)
En büyük ibadetin namaz olduğu Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Bir âyet-i kerime meali:
(Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan her türlü kötülükten, her türlü günahtan] alıkoyar. Çünkü zikrullah [namaz kılmak] elbette en büyüktür [en büyük ibadettir].) [Ankebut 45]
Buradaki zikrullah, namazdır. Namaz diğer ibadetlerden daha büyüktür. (Beydâvî)
Namazın önemi hakkında bazı hadis-i şerifler:
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberânî]
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Taberânî, Beyhekî, Deylemî]
(Namazı kasten terk eden kâfirdir.) [Taberânî]
(Namaz kılmayanın dini yoktur.) [İbni Nasr]
(Namaz kılmayanın Müslümanlığı yoktur.) [Bezzar]
(Namazı bırakanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahü teâlânın himayesinden uzak kalır.) [Ebu Nuaym]
(Namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar Allah'ın himayesinden uzak olur.) [İsfehânî]
(Bizimle kâfirlik arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur.) [Nesaî]
(İman, namaz demektir. Namazı itina ile, vaktine ve diğer şartlarına riayet ederek kılan, mümindir.) [İbni Neccar]
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgünse, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.) [Taberânî]
(Namaz, imanın başı ve Cehennemden kurtarıcıdır.) [Miftah-ul-Cenne]
(Beş vakit namazı terk eden, Allah'ın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mâce]
(Her peygamberin ümmetine son nefeste vasiyeti namazdır.) [Gunye]
Bu hadis-i şerifler de, namazın dinin direği olduğunu göstermektedir.
2.10.2015
[Continue Reading]

Mürşid-i kâmili beğenmeyen genç!

Bir genç, bir mürşid-i kâmile talebe olmak için, dergâhına gider. Ancak o zatın Fâtiha’yı okuyuşunu beğenmez!..

İnsanların çoğu, kendi kusurunu bilemez ve göremez. Elin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği göremez. Çoğumuz, alışkanlık hâline getirdiğimiz kusurlarımızın hata olduğunu bile düşünmeyiz.
Din büyükleri bu hususta buyuruyor ki: "Büyüklenerek ben demek feyiz ve bereketi keser. Kusuru başkasında arayan, sevimsizleşir, etrafında insan kalmaz, dost edinemez. Herkesi haklı, kendisini haksız bulmadıkça, kendi kusur ve noksanlarını bırakıp, başkasının kusuru ile meşgul oldukça, manevi bakımdan zerre kadar ilerlemek mümkün değildir."
Abdullah-ı Dehlevi hazretleri buyurdu ki:
"Talebe, sadık olan talip demektir. Allahü teâlânın sevgisi ile ve Onun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. İşlediği günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah’tan korkar, titrer, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Salih Müslüman, büyüklere karşı bir edepsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah’ın Resulünü sevmenin alametidir."
       ***
Bir genç, bir mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmak, ona talebe olmak için, dergâhına gider. O anda mürşid, akşam namazını kıldırmaktadır. Genç, kendi şivesine benzemediği için, o mübarek zatın Fâtiha’yı okuyuşunu beğenmez. "Boşuna zahmet edip tâ uzak yerlerden buraya geldim. Tecvidi bilmeyen, dinimizi nereden bilsin? Böyle mürşid-i kâmil mi olur?" diye düşünür ve hiçbir şey söylemeden ertesi gün yola çıkar...
Yolda giderken karşısına iki aslan çıkar. Korkusundan hemen geri döner, ama aslanlar da, yavaş yavaş talebenin peşinden gelmektedir. Mübarek zat, hemen aslanlara doğru yürür ve onların kulaklarından tutup, "Size benim misafirlerime dokunmayın, onları korkutmayın demedim mi?" der. Aslanlar da çekip gider. Şaşkın hâlde bakan talebeye de şöyle der: 
-Bizim Fâtihamızda yanlış arayacağınıza, kendi yanlışlarınızı düzeltmeye çalışsanız daha iyi olmaz mı?..
Kendi kusurlarıyla meşgul olup onları düzeltmeye çalışanlara ne mutlu...
2.10.2015
[Continue Reading]

"Bilin bakalım avucumda ne var?"

Ahmed Kuddusi hazretleri, Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerindendir. Bir gün Padişahın davetiyle İstanbul’a varır.
Mecliste başka âlimler de vardır.
Padişah bir ara avucuna bir şey alır.
Ve sorar ordakilere:
“Bilin bakalım. Avucumda ne var?”
Her biri bir tahminde bulunur:
“Para var.”
“Hayır.”
“Şeker var.”
“Değil.”
Sultan, Kuddusi hazretlerine;
“Siz söyleyin!” der.
O, buyurur ki:
“Dünyaya göz gezdirdim. Bir balığı yavrusunu ararken gördüm.”
Padişahın avcunda bir "balık yavrusu" vardır gerçekten.
Firasetine hayran olur.
“Hocam, sarayda kalsanız” der.
Ama o, nazikçe reddeder.
Ve izin alıp köyüne döner.
Sultan, iki memuru ile bu zata bir torba “altın" gönderir.
Memurlar geldiğinde o, bahçe bellemektedir.
Ama maksatlarını bilmektedir.
Memurlar gelirler.
“Hocam! Padişah emriyle geldik, size biraz ‘altın’ getirdik” derler.
Büyük veli;
“Pekâlâ, açın eteğinizi” der.
Açarlar.
Bir kürek "toprak" alır, eteklerine doldurur.
Toprak, o anda "altın" olur.
Ardından;
“Onları yere dökün!” buyurur.
Dökerler.
Altınlar “yılan, çıyan" olur bu sefer.
Ama o altınları yine alır.
Hepsini fukaraya dağıtır.
2.10.2015
[Continue Reading]

1 Ekim 2015 Perşembe

"Buyurun efendim, hoş geldiniz"

Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh), Nişâbur'da doğdu, 848 senesinde vefat etti...
Bu zatın bir komşusu vardı.
Maalesef ateşe tapardı.
Büyük veli, ona İslâmiyet’i teklif etmek istiyorsa da müsait bir zamanını bekliyordu.
Nihayet bir gece “hırsız” girdi evine.
Ne var ne yok götürdü bütün malını.
Bunu fırsat bilip ziyaretine gitti.
“Uğradığınız musibeti duydum. Çok geçmiş olsun” dedi
Adam çok rahattı:
“Evet, öyle bir şey oldu... Ama mühim değil. Bu gibi şeyler musibet gözükse de aslında nimettir” dedi.
Büyük veli beğendi bu cevabı.
Ve sordu hemen:
“Peki, niçin ateşe tapıyorsun?”
O cevaben;
“Şimdi ona tapıyorum ki yarın yakmasın beni cehennemde” dedi.
Buyurdu ki:
“Sen, yıllarca ona tapıyorsun, ben ise hiç tapmadım. Gel, ikimiz de şu ateşe sokalım elimizi. Bakalım sana iltimas edecek mi?”
Adam çok rahattı.
“Olur, sokalım” dedi.
Önce büyük veli soktu elini ateşe.
Az bekletip sonra çekti.
Allah'ın izniyle eli yanmadı.
Sıra ona gelmişti.
Adam güvenle uzattı elini ateşe.
Uzatmasıyle çekmesi bir oldu.
Sokmak değil yaklaştıramadı bile...
O anda döndü kalbi.
Ve “hidayet nuruyla” aydınlandı yüzü.
Hakikati anlamıştı artık.
Hemen Müslüman oldu...
1.10.2015
[Continue Reading]

30 Eylül 2015 Çarşamba

Keramet ve istikamet

Sual: (İstikamet, kerametten üstündür) sözü ne anlama geliyor?
CEVAP: İmam-ı Muhammed Masum-i Faruki hazretleri gibi büyük zatlar, (İstikamet, kerametten üstündür) buyuruyorlar. Keramet, su üstünde yürümek gibi olağanüstü bir olay demektir. Bu olaylar, peygamber ve evliya zatlardan meydana geldiği gibi fâsık ve kâfirlerden de meydana gelebilir. Kâfirden meydana gelen harikaya, sihir, büyü deniyor. Fâsıktan meydana gelene ise, istidraç deniyor. Bu durum bilinmediği için sapık şeyhlerde görülen istidraçlar, keramet sanılıyor.
Burada istikamet, doğru itikat ve doğru amel üzere olmak demektir. İşte ancak istikamet sahibi bir kimseden meydana gelen harika bir olaya keramet denir. Bu bilinmeyince, kerametle istidraç karıştırılır. Sapık kimseler evliya zannedilir. İstikamet üzere olan Müslüman, çok kıymetlidir, evliyadır. Bunun için, (Büyük zatları tanımak, onları sevmek ve onların yolunda gitmek, en büyük keramettir) buyuruluyor. Ehl-i sünnet itikadında olup da, bu üç şart kendinde bulunan kimse gıpta edilecek büyük bir zattır.

ASANSÖRDE HALVET

Sual: Asansörde halvet olur mu? Yani asansörde bir erkekle bir kadın bulunsa günah olur mu?
CEVAP: Bu husus, asansörün durumuna göre değişir. Mesela dışarıdan içi görülen asansörlerde halvet olmaz. Görünmeyen asansörlerde, katların birinde başka birinin girme ihtimali varsa veya asansörde kamera olduğu biliniyorsa halvet olmayacağı gibi, iki veya daha fazla erkek varsa yine halvet olmaz. Eğer dışarıdan asansöre müdahale imkânı yoksa, tamamen içeriden idare ediliyorsa, kapalı asansörde bir kadınla yabancı bir erkek varsa, o zaman günah olur.

SOL ELİ KULLANMAK

Sual: Bilgisayarda sağ elimizle fare denilen mouse’u tutarken sol elimizle tesbih çekebilir miyiz? Yani sağ elimiz meşgulken sol elimizi kullanmanın mahzuru var mıdır? Sağ elimiz meşgul olmasa da, kasıtsız sol eli kullanmanın mahzuru olur mu?
CEVAP: Sol eli kullanmanın mahzuru olmazsa da, sağdan başlamak sünnet-i zevaiddir, yani âdete ait sünnettir. Mazeretsiz sol eli kullanmamalı. Ama böyle bir özürle sağ elin terk edilmesinde mahzur olmaz.
30.9.2015
[Continue Reading]

Cami ve mescitlere gitmenin edepleri...

Câmilere, mescitlere giderken her adıma sevap verilir. Temiz ve yeni elbise giymeli, nereye girdiğinin şuurunda olarak, edep ve hürmetle sağ ayakla girmelidir...
Yarın, “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” (1-7 Ekim) başlıyor. Bu vesileyle bir nebze cami adabından bahsetmek istiyoruz efendim...
Allahü teâlânın en sevdiği yerler camilerdir, mescidlerdir... Mescidlerin en kıymetlisi “Mescid-i Harâm”dır. Sonra, Medîne’deki “Mescid-i Nebî”, sonra Kudüs’teki “Mescid-i Aksâ”, sonra “Kuba Mescidi”dir...
Câmilere, mescidlere giderken her adıma sevap verilir. Mescide giderken temiz ve yeni elbise giymeli, nereye girdiğinin şuurunda olarak, edep ve hürmetle sağ ayakla girmelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Mescide giderken vakâr ile yürüyünüz, acele etmeyiniz. Yetişemediğiniz rek’atleri tamamlayınız.)
Peygamber efendimiz, (Cennet bahçelerine uğradığınız zaman bol bol yiyip, içiniz) buyurduğunda, Eshâb-ı kirâm, “Cennet bahçesi neresidir?” diye sordular. Peygamber efendimiz (Mescitlerdir) buyurdu. “Yiyip içmek nasıl olur?”, diye sorduklarında, (Sübhânallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber, demektir) buyurdu...
Mescide girerken Allahü teâlâya hamd, Resûlüne salât okumalı, Rabbinin fadlından ümitli olmalıdır... Camilerde dünya kelâmı konuşmamalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Âhir zamanda ümmetimden bazı kimseler mescitlerde halka olup oturacaklar, dünya kelâmı, dünya sevgisi konuşacaklardır. Onlarla mescitlerde oturmayınız. Allahü teâlânın onlarla işi yoktur.)
Câmide, mescitlerde yüksek sesle bağırmak, birisi ile münâkaşa etmek başkasının kalbini kırmak câiz değildir. Günah olan bir şeyin mescitlerde yapılması, günahını daha çok artırır.
Mescitlerin her cuma günü buhur yakılarak güzel kokması sağlanmalı, her tarafı temiz tutulmalıdır... Câmide bir şey yemek, uyumak mekruhtur. Misâfir olanlara câizdir.
Câmiye, soğan, sarımsak gibi fenâ kokulu şeyleri yiyip gelmek câiz değildir. Yaptığı iş sebebiyle üzerindeki elbisesi kokan, balıkçı, ciğerci gibi kimselerin de bu elbise ile câmiye gelmesi uygun olmaz. İlâç sebebiyle kokulu bir şey yiyen de cemâate böyle gelmemelidir. Çünkü, pis koku, insanlara ve meleklere eziyet verir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Sarımsak, soğan, pırasa ve turp yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın! Çünkü insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.)
Mahalle mascidinde, cemâat az olsa dahi, namazı burada kılmak, cemâati çok olan büyük câmide kılmaktan efdaldir. Mahalle câmiinde cemâati kaçıranın başka câmiye gitmesi efdaldir...

30.9.2015
[Continue Reading]

Hızır’ı görmek istiyordu, ama…

Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında Yahya Efendi hazretleri vardı ki Sultan, "ağabey" diye hitap ederdi ona.
Dahası, hürmet ederdi.
Bu zat Hazret-i Hızır’la sık görüşüyordu.
Sultan da bunu biliyordu.
Bir akşam, kayıkla gezintiye çıkmıştı.
Yahya Efendi'yi hatırlayıp yanaştırdı kayığı Ortaköy’e.
Ve bir kimse ile;
“Ağabey, gel beraber dolaşalım” diye haber saldı.
Niyeti, onun bereketiyle Hızır'ı görmekti.
Büyük veli, gelip bindi kayığa.
Ama biri daha vardı yanında.
O kişi, Sultanın parmağındaki "yüzüğe" dikkatle bakıyordu ki Sultan fark edip çıkardı yüzüğü.
Ve o kişiye uzatıp;
“Al, yakından bak” dedi.
Aldı o da yüzüğü.
Evire çevire baktı, baktı.
Ve kaldırıp denize attı.
Daha sonra;
“Ben ineyim” dedi.
Denizden bir avuç “su” aldı.
Padişaha uzattı ve gitti.
Padişah “neler oluyor?" diye düşünürken avcundaki suda “yüzüğünü" gördü.
Sordu hemen Yahya Efendi'ye:
“Ağabey, neler oluyor?”
Buyurdu ki:
“O kişi, Hızır'dı Sultanım.”
“İyi ama neden önce söylemedin?”
Buyurdu ki:
“O, kendini tanıttı hünkârım. Ama siz geç kaldınız, ne yapayım?”
30.9.2015
[Continue Reading]

29 Eylül 2015 Salı

“Emanete hıyânet ettin!..”

Yûsuf adında bir gezgin, Zünnûn-i Mısrî hazretlerine talebe olur ve bir sene sonra şöyle der: "Ey üstâd! Senin İsm-i âzamı bildiğini söylediler. Onu, benden iyi emânet edeceğin bir başka kimse yok!"


Emanet; emîn, güvenilir olmak anlamına geldiği gibi, güvenilen kimseye bırakılan mala da, emânet denir. Hâin ise, emânete hıyânet eden, fenâlık eden kimseye denir. Hıyânet, birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak demektir. Emânet ve hıyânet, mâlda olduğu gibi, sözde de olur. Hadîs-i şerîfte;
(Emîn olmayan kimsede îmân yoktur. Ahdini bozan kimsede din yoktur) buyuruldu.
Emânete hıyânet etmemek farz, emânete hıyânet etmek ise, büyük günahlardandır. Hadîs-i şerîfte;
(Emânete hıyânet edenin îmânı yoktur) buyuruldu.
Ehl-i sünnet âlimleri, bu hadîs-i şerifi, emânete hıyânet edenin îmânı kâmil olmaz, buna ehemmiyet vermezse, îmânı kalmaz, demektir diye açıklamışlardır. Bir hadîs-i şerifte de;
(Meşveret edilen kimse emîndir) buyuruldu. Onun doğruyu söyleyeceğine, sorulanı başkalarından gizleyeceğine emânet olunur, güvenilir. İnsan, malını, emniyet ettiği, güvendiği kimseye bıraktığı gibi, doğru söyleyeceğine emîn olduğu kimse ile istişâre eder, danışır.
Vaktiyle Yûsuf adında bir gezgin, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin İsm-i âzamı bildiğini öğrenince, Mısır'a gider. Zünnûn-i Mısrî hazretleri, önceleri buna iltifat etmezler ise de, sonra huzura kabul ederler. Böylece Zünnûn-i Mısrî hazretlerine bir sene hizmet eder ve bir gün;
-Ey üstâd, sana bir sene hizmet ettim, artık hakkımı vermen gerekir. Senin İsm-i âzamı bildiğini söylediler. Onu, benden iyi emânet edeceğin bir başka kimse olmayacağını bilirsin, der. Zünnûn-i Mısrî hazretleri sükût eder, ona cevap vermezler. Altı ay sonra, ağzı mendille kapatılmış bir çömleği ona verir ve;
-Fustat'ta bulunan falan dostumuzu bilirsin değil mi? diye sorar, o da;
-Evet, deyince;
-İşte bunu ona götür buyurur. O da ağzı kapalı kabı alır ve yolda giderken;
“Zünnûn-i Mısrî gibi bir zât hediye gönderiyor. Acabâ nedir, ne kadar kıymetlidir?” diye düşünür. Merakını yenemeyerek ağzı kapalı kabı açar ve içinden bir fare fırlayıp kaybolur. Bu duruma kızarak, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına gelir. Zünnûn-i Mısrî hazretleri;
-Biz seni denemek için, sana bir fâre emânet ettik, fakat sen ona hıyânet ettin. Hiç sana İsm-i âzamı güvenip teslim edebilir miyiz? buyurur.
Netice olarak, Resûlullah efendimizin çok okuduğu, şu duâda buyurulduğu gibi:
(Allahümme innî es'elüke-ssıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnel-hulkı verrıdâe bilkaderi bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn. Ya Rabbî! Senden, sıhhat, âfiyet, emânete hıyânet etmemek, güzel ahlâk ve kaderden râzı olmak istiyorum. Ey merhamet sâhiplerinin en merhametlisi! Merhametin hakkı için, bunları bana ver!)
22.9.2015
[Continue Reading]

“Allahü teâlâdan hayâ ediniz!”

Allahü teâlâdan hayâ etmek, şehvetlerini, yani nefsin isteklerini terk etmekle olur. Hayâsı olan, Allahü teâlâdan korkar. Onun, râzı olmadığı işlerden ve sözlerden kaçınır...

Hayâ; utanma, âr, nâmus, çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık demektir. Hayâ, çirkin şey yapmaktan, ayıplanmaktan çekinmektir ki, Türkçede, utanmak, sıkılmak denir. Hadîs-i şerîfte;
(Allahü teâlâdan hayâ ediniz!) buyuruldu.
Allahü teâlâdan hayâ etmek, şehvetlerini, yani nefsin isteklerini terk etmekle olur. Hayâsı olan, Allahü teâlâdan korkar. Onun, râzı olmadığı işlerden ve sözlerden kaçınır. Bir hadîs-i şerîfte;
(Hayâ, îmândandır. Fuhuş söylemek, cefâdandır. İmân Cennete, cefâ Cehenneme götürür) buyuruldu.
Hayâ ve îmân birlikte bulunur. Biri yok olursa, diğeri de yok olur. Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhtan vazgeçmesi, Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği yahut başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günâh işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günâhtır. Başkalarının bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadîs-i şerîfte;
(İnsan günâhını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kullarından saklar) buyuruldu.
Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bir sohbeti sırasında şöyle buyurur:
“Eğer insan bir Hıristiyan çocuğundan utandığı kadar Allahü teâlâdan utansa, o kimseden ilâhî emirlere zıt bir hareket zuhur etmez. Meselâ zinâ işlemek gibi büyük bir günâhı işlemek üzere olan kimse, bir Hıristiyan çocuğunun geldiğini görse, onun kendilerini göreceğini anlasa, hemen bu kötü işten kaçınır. Çocuğun görmesinden utanır. Halbuki Rabbülâlemînin her an kendisiyle berâber olduğunu düşünmez. O her an insanı görmektedir. Vazîfeli melekler de onun durumunu bilmektedir.”
Resûlullah efendimizin huzuruna bir kimse gelip;
-Ya Resûlallah, çok günâh işledim, tövbem kabul olur mu? deyince;
-Evet, olur buyurdu.
-O günâhları işlerken, O, görüyor muydu? deyince;
-Evet, buyurdular. Bunun üzerine o kimse, bir "âh!" çekti ve düşüp cân verdi. İmân ve hayâ böyle olur. Peygamber efendimiz;
(Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor) buyurdular.
Netice olarak, hayâ sahibi, çirkin iş yapamaz. Hadîs-i şerîfte buyurulduğu gibi:
(Allahü teâlâdan hayâ ediniz. Başkalarına kalacak olan şeyleri toplamakla vaktinizi kaybetmeyiniz. Kavuşamayacağınız şeyleri ele geçirmek için uğraşmayınız. İhtiyâcınızdan fazla binâlar yapmakla hayâtınızı harcamayınız!)
21.9.2015
[Continue Reading]

Her şeyin kıymetini, ehli bilir

"Nimetlerimin kıymetini bilir, şükrederseniz, yani emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim."


Nimet, faydalı şey demektir. Şükür ise, bütün nimetleri İslâmiyete uygun olarak kullanmak demektir. Her nimetin, külfet karşılığı olduğunu da unutmamak lâzımdır. Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmaktan daha büyük bir nimet olmaz. Allahü teâlâ, nimetlerini dilediğine ihsân eder çünkü O, pek çok nimet ihsân edicidir. Âhırette Cennete gidecek olanlar, dünyada, birkaç gün dert, belâ çekmeselerdi, Cennetin lezzetlerinin kıymetini anlayamaz ve ebedî nimetlerin kıymetini bilemezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlayamaz, acı çekmeyen de, rahatlığın kıymetini bilemezdi. Malı alınteri ile kazanmayan, mîrâsa konan, kaçakçılık, istifçilik yapan, yahut kendisine piyango, toto vurmuş olan, malın kıymetini bilemez. Câhil kimseler de, ilmin, âlimin ve evliyanın kıymetini anlayamaz ve bilemezler.
Vaktiyle bir genç, Allah adamlarını, evliyâyı, ilmi yetmediği, anlayamadığı için inkâr eder, onları kabul etmezmiş. Bir gün Zünnûn-i Mısrî hazretleri, bu gençle karşılaşır ve bu gence yüzüğünü verip;
-Bunu çarşıya götür, bir altına sat buyurur. Genç yüzüğü alır, çarşıya götürür. Çarşıdakiler, yüzüğe bakarlar ve bir gümüşten fazla vermezler. Genç geri gelip durumu anlatınca, Zünnûn-i Mısrî hazretleri;
-Şimdi de bu yüzüğü mücevherâtçılara götür, bakalım ne verirler buyurur. Genç yüzüğü mücevherâtçılara götürür ve onlar yüzüğe bin altın fiyat biçerler. Genç geri dönüp durumu haber verince Zünnûn-i Mısrî hazretleri, gence dönüp;
-Senin Allahü teâlânın sevgili kullarını anlamadaki ilmin, çarşıdakilerin bu yüzüğün kıymetini bilmemeleri ve ona göre değer biçmeleri gibidir, buyurur. Genç bu söz üzerine tövbe ederek kalbinden o inkârı atar ve Allah adamlarına muhabbet etmeye başlar...
Netice olarak, insanların kavuştuğu her nimet, Allahü teâlâya îmân etmenin neticesinde, Onun merhameti ve ihsânıdır. İnsânlara gelen her musîbet ve felâket de, Allahü teâlâyı inkâr etmenin, kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın netîcesidir. Allahü teâlâ, bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Îmân, ilim, sıhhat, mal, evlât, büyük nimetlerdendir. Allahü teâlânın nimetini hakîr görmek, şükretmemek, nimete kıymet vermemek olur. Nimetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükredilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar. Sûre-i İbrâhîmin 7. âyetinde meâlen buyurulduğu gibi:
(Nimetlerimin kıymetini bilir, şükrederseniz, yani emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim.)
20.9.2015
[Continue Reading]

“Allahü teâlâya sığın, seni kurtarır”

Allahü teâlâ duâ edenleri, kendisine yönelenleri ve güvenenleri sever. Yapılacak her işte sebeplere yapışmalı ve o sebeplere güç, kuvvet, tesir vermesi için de O'na güvenmeli, tevekkül etmelidir. 

Her zaman ve her işte, Allahü teâlâya tevekkül etmeli, Ona sığınmalıdır. Nimet zamanında şükretmeli, isyan ve nankörlük etmemeli, dert ve belâlar gelince de, Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, Ona yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat ve selâmet isteyenleri, kendisine yönelenleri ve güvenenleri sever. İşlenen günâhlar için de, şartlarına uyarak tövbe etmeli ve Allahü teâlânın affına, merhametine güvenmelidir.
Zünnûn-i Mısrî hazretlerini çekemeyen, hased edenler, çeşitli yalanlar uydurup, iftiralar ederek zamanın hükümdarına şikâyette bulunurlar. Hükümdar da, bu işin aslını öğrenmek için, Zünnûn-i Mısrî hazretlerini huzuruna çağırtır. Zünnûn-i Mısrî hazretleri, hükümdârın yanına götürülürken yolda bir ihtiyarla karşılaşır ve o ihtiyar kendisine;
-Şimdi seni hükümdârın yanına çıkartacaklar. Sakın ondan korkma, onu üstün görme, asıl korkulacak Allahü teâlâdır. Kendini haklı göstermeye çalışma. Yapılan ithamlar sende yoksa ve sana haksızlık yapılmışsa Allahü teâlâya sığın, seni kurtarır der. Zünnûn-i Mısrî hazretleri, hükümdârın karşısına çıkarılınca, hükümdar;
-Senin için zındıktır, doğru yoldan ayrıldı, kâfirdir, diyorlar. Bu ithamlara karşı ne dersin? diye sorar. Zünnûn-i Mısrî hazretleri de;
-Ne söyleyeyim. Hayır, değilim desem, bana bu isnâdı yapmış olan Müslümanları itham etmiş, onların yalancı olduklarını söylemiş olurum. Evet, öyledir desem, yalan söylemiş olurum. Bu bakımdan siz reyinize mürâcaat ediniz ve hükmünüzü buna göre veriniz. Ben nefsimden yana olup, onu müdâfaa edecek değilim, cevabını verir. Bunun üzerine, hükümdâr biraz düşündükten sonra, yanındakilere dönüp;
-Bu kimse yapılan iftirâlardan uzaktır diyerek onu serbest bırakır.
Muhammed Ma'sûm hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti. Meşveret de, sebebe yapışmaktır. Meşveretten sonra tevekkülü emreyledi. Âhiret işlerinde tevekkül olmaz. Bunlarda çalışmak emrolundu. Burada, azâbından korkmak ve merhametinden ümitli olmak lâzımdır. Allahü teâlânın keremine, ihsânına güvenmeli ve emrolunan ibâdetleri yapmalıdır. İslâmiyete uymamız, yani emredilenleri yapmamız ve yasak edilenlerden sakınmamız vazîfemizdir. Tevekkül budur ve kulluk böyle olur.”
Netice olarak, yapılacak her işte sebeplere yapışmalı ve o sebeplere güç, kuvvet, tesir vermesi için de Allahü teâlâya güvenmeli, tevekkül etmelidir. Bir âyet-i kerimede meâlen buyurulduğu gibi:
(Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, O'na güven!)
15.9.2015
[Continue Reading]

Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü

"Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir."

Sual: Yunus Emre’nin, (Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü) sözü için bazıları, (Türk olmayanları hoş göremeyiz) diyorlar. Yunus Emre gibi, ırk farkı gözetmeden yetmiş iki milleti insan olarak değerlendirmek yanlış mıdır?
CEVAP: Yunus Emre gibi büyük zatların sözlerine yanlış demek doğru olmaz. O sözü ne maksatla söylediği anlaşılırsa yanlış olmadığı meydana çıkar. Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)
Bir milletin diğerinden üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah indinde en üstününüz, takvâda en ileri olanınızdır.) [Hucurat 13]
İki hadis-i şerif:
(Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.) [İbni Neccar] (Acem, Arap olmayan demektir.)
(Irkçılık yapan, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizden değildir.) [Ebu Davud]
Dinimiz, (Üstünlük takvâ iledir) buyururken, bunun aksini söylemek bir Müslümana yakışmaz. Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup cennetlik olabildiği gibi, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp cehennemlik olabilir. Kâfire bu gözle bakarsak, kendimizi ondan üstün bilemeyiz. Kâfir olduğu için kalben sevmemek gerekir, ama o ayrıdır.

DİŞ TAŞLARI

Sual: Su geçirmediği ve çıkarılabildiği hâlde diş taşları gusle mâni olmuyor da, diş kovuğundaki hamur niye gusle mânidir?
CEVAP: Hamur bizim tarafımızdan konuyor. Diş taşı ise elimizde olmayan sebeple meydana geliyor. Diş taşı gibi, derideki sedef de kendiliğinden meydana gelip bunları kolayca yok eden bir ilaç da olmadığı yani harac olduğu için gusle mâni olmuyor. Tam İlmihâl’de de şöyle deniyor:
Tartar veya kefeki denilen ve dişlerin dibinde hâsıl olan kireçlenmeler, salgılardan, kendiliklerinden hâsıl oldukları için ve buna mâni olan ilaç bulunmadığı için, bunların mevcut olmasında zaruret vardır. İzale edilmesinde harac olanlar, derideki çıbanın, yaranın üstündeki zar, kabuk gibi olup, altlarını yıkamak, dört mezhepte de lazım olmaz. Bunun için başka mezhebi taklit gerekmez. (S. Ebediyye)
28.9.2015
[Continue Reading]

"Canımız üzüm ister, kim getirir!"

Üftade hazretleri; bir kış gecesi, talebelerine hitaben;
“Evlâtlar! Canımız üzüm ister, kim bulup da getirir?” der.
Talebeler şaşırırlar.
Birbirlerine bakışırlar.
Öyle ya, vakit gecenin bir yarısıdır.
Yerlerde bir metre kar vardır.
Şu anda imkânsızdır.
Ama Aziz Mahmud öyle düşünmez.
“Mademki hocam istedi, elbette bulmalıyız” der.
Fırlar ayağa. “Derhâl bulup getireyim” der.
Hazret-i Üftade; “Peki evlât, git getir” buyurur.
Çekirge'de bir üzüm bağları vardır.
Kar tipi dinlemez, oraya varır.
Asmalar kar altında kalmıştır.
“Bismillah!” der, bir yer açar.
Alttan salkım salkım üzümler çıkar.
Doldurur sepeti düşer yola.
Kar, soğuk, karanlık, vız gelir ona.
Çünkü az sonra dergâha varacaktır. Hocasının duasını alacaktır.
Bu, onun için büyük kazançtır.
Derken “bir çukur” çıkar ününe.
Adımını atar atmaz düşer içine.
“Yâ Rabbî! Hocamın hürmetine beni kurtar” diye yalvarır.
O anda “bir ihtiyar” belirir.
Elini uzatıp yukarı çeker.
Çıkınca göremez onu bir daha.
Sepeti omuzlar, varır dergâha.
“Kardan adam” gibi girer içeri.
Hazret-i Üftade sorar:
“Seni kim çıkardı o çukurdan?”
“Bilmiyorum efendim” der.
Büyük veli;
“O, Hızır'dı” buyurur.
Ve öyle dua eder ki, o Aziz Mahmud, "Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri" olur.
28.9.2015
[Continue Reading]

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Kötülük edene de iyilik etmeli

Vaktiyle gece, gündüz içki içen zengin bir kimse vardı. Bir gün yine içki meclisini kurar ve kölesine dört dirhem vererek meyve ve benzeri şeyler almasını söyler. Köle dört dirhemi alıp, istenilen şeyleri almak için çarşıya çıkar.

Allahü teâlâ, kullarının günâhlarını affedicidir, kerîmdir, rahîmdir, lutfu, ihsânı boldur ve merhameti çoktur. Kendisine isyân edenlere de, merhametinden,  rızıklarını kesmeyip göndermektedir... Vaktiyle gece, gündüz içki içen zengin bir kimse vardı. Bir gün yine içki meclisini kurar ve kölesine dört dirhem vererek meyve ve benzeri şeyler almasını söyler. Köle dört dirhemi alıp, istenilen şeyleri almak için çarşıya çıkar. Yolda din büyüklerinde Mansur bin Ammar hazretlereni, yoksul bir kimse için yardım toplamakta olduğunu görür. Oraya doğru yaklaşır. Mansur bin Ammar hazretleri; ''Kim bu yoksul kimseye dört dirhem verirse, ona dört tane duâ edeceğim'' buyurur. Bunları işiten köle, elindeki dört dirhemi o yoksul kimseye verir. Bunun üzerine Mansur bin Ammar hazretleri;

-Ne istiyorsan, isteğini söyle, o isteğinin olması için duâ edeceğim buyurur. Köle;

-Ben köleyim, kölelikten kurtulup, hürriyetime kavuşmak istiyorum der. Bu hususta duâ edilir. İkinci isteği sorulunca köle;

-Bu dört dirhemin yerine tekrar dört dirhemim olsun isterim der ve gerekli duâ yapılır. Üçüncü isteği sorulunca;

-Benim şu andaki sâhibim, efendim fâsık bir kimsedir. Onun tövbe edip bu günahlardan kurtulmasını istiyorum der ve bu hususta da duâ edilir. Dördüncü isteği sorulduğu zaman köle;

-Allahü teâlânın, beni, efendimi sizi ve burada bulunanları affetmesini istiyorum der ve bu hususta da Mansur bin Ammar hazretleri duâ ederler.

Köle, eli boş olarak efendisinin yanına gelir ve olanları anlatır. Efendisi;

-İlk olarak ne istedin diye sorar. Köle;

-Hürriyetimi istedim deyince efendisi;

-Seni azad ettim, artık hürsün, ikinci olarak ne istedin diye sorar. Köle;

-Verdiğim dört dirhemin yerine dört dirhemimin olmasını deyince efendisi;

-Peki al sana dört bin dirhem, üçüncü olarak ne istedin der. Köle;

-Senin bu hâlden tövbe etmeni istedim deyince efendisi;

-Artık içki içmeyeceğim, şimdiye kadar olanlar için de tövbe ettim ve iyi bir Müsüman olmak için çalışacağım, dördüncü olarak ne istedin deyince köle;

-Allahü teâlânın, beni, seni ve hepimizi affetmesini istedim der. Bunları işiten efendisi,

-İşte bu benim elimde değil der. Gece bu şahıs bir rüya görür. Rü'yasında kendisine; “Sen elinden gelen üç şeyi yaparsın da, bizim her şeye gücümüz yettiği hâlde o bir şartı yapmaz mıyız! Seni de, köleni de, yanındakileri de, Mansur bin Ammar'ı ve orada bulunanları da affettik” buyurulur.

Netice olarak iyilik edene iyilik etmeli, kötülük edeni de affetmelidir.

20.7.2015

[Continue Reading]

Şevval ayında ( bu ayda ) oruç

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: ''Ramazandan sonra Şevval ayında da 6 gün oruç tutan, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur.''

Sual: Ramazandan sonra, Şevval ayında oruç tutmanın önemi nedir?

CEVAP: Her zaman oruç tutmak sevabdır. Hadis-i şerifte, (Oruç, Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır) buyuruldu. (Buhârî)

Şevval ayında tutulan orucun çok sevabı vardır. Üç hadis-i şerif:

(Ramazandan sonra Şevval ayında da 6 gün oruç tutan, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur.) [Taberânî]

(Ramazan orucuyla Şevvalde de 6 gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş sayılır.) [İbni Mâce]

(Ramazan ayı orucu on aya, Ramazandan sonra tutulan 6 gün oruç da iki aya mukabil olur ki, böylece bir yıl oruç tutma sevabına kavuşulur.) [İbni Huzeyme]

Bu 6 gün orucun bayramdan sonra hemen tutulması iyidir. Aralıklı tutmak da caizdir. Kazaya niyet ederek tutmalı. Kaza oruçlarını, pazartesi ve perşembe günleri tutmak daha iyidir.

İKİ GÜN KAZA ORUCU

Sual: Ramazan ayında tuttuğumuz oruçlar tam isabet etse, yani 30 gün oruç tutsak, yine bayramdan sonra iki gün oruç tutmak gerekiyor mu?

CEVAP: Evet, hilâl dinin emrine uygun gözetlenemediği için, tutulan oruçların tamamı, Ramazana rastlasa bile, ilk ve son günü şüpheli olduğundan, bayramdan sonra iki gün kaza orucu tutmak gerektiği Bahr, Hindiyye, Kadıhan gibi muteber eserlerde yazılıdır. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri de, (Böyle yerlerde bulunan Müslümanların bayramdan sonra, kaza niyetiyle, iki gün daha oruç tutmaları lazımdır) buyurmuştur.

Şevval ayında altı gün oruç tutarken, kazaya da niyet edilirse, bu iki günlük kaza orucu da tutulmuş olur.

SOLAK OLANIN YİYİP İÇMESİ

Sual: S. Ebediyye kitabında, (Sağ elle yiyip için! Çünkü şeytan, sol elle yiyip içer!) hadisi bildirildikten sonra; giyinmek, yiyip içmek gibi âdetteki sünnetleri mazeretsiz yapmamanın tenzihen mekruh olduğu ve Peygamber efendimizin ekmeği sağ, karpuzu sol eline alıp yediği, bir ihtiyaç olunca, sol elle yiyip içmenin caiz olduğu bildiriliyor. Solak olanın, sol elle yiyip içmesi, caiz değil mi?

CEVAP: Elbette caizdir. Resulullah efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”, iyi şeylere sağdan başlamak, yiyip içmek, giyinmek ve sakal bırakmak gibi zevaid sünnetlerini unutarak veya bir özürle terk etmek caizdir. Bunlar, tenzihen mekruh olduğu için, özürsüz bile terk edilse günah olmadığı S. Ebediyye’de, Hadîka’dan alınarak bildirilmektedir. Bir mazeret olmadıkça, elbette bu sünnetlere de uymalıdır.

20.7.2015

[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates