<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









17 Nisan 2017 Pazartesi

“Bu dini facirlerle de kuvvetlendirir”


Sual: Müslüman olmadığı hâlde, Uhud harbinde Müslümanların safında yer alıp, Mekkeli müşriklerle harp eden olmuş mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Şevâhid-ün Nübüvve kitabında deniyor ki:
“Eshâb-ı kiram arasında Kazman adında bir kimse vardı. Eshâb-ı kiram Uhud savaşına gidince, o savaşa katılmamıştı. Kadınlar 'senin bizden farkın yok' deyince utanarak, gidip savaşa katıldı. Müşriklerle çok gayret göstererek savaşıyordu. Onun bu hâlini Resûlullah efendimize haber verdiler. (O Cehennem ehlindendir) buyurdu. Eshâb-ı kiram hayret ettiler. Kazman , o kadar savaştı ki, müşriklerden yedi kişi öldürdü. Kendisi de birçok yerinden yaralandı. Eshâb-ı kiramdan bazıları onu savaş sırasında yaralı hâlde görüp 'şehitlik sana afiyet olsun ey Kazman' dediler. Bunun üzerine Kazman; 'Yemin ederim ki ben din için savaşmıyorum. Kureyş'in bize galip gelerek hurma bahçelerimizi harap etmelerinden korktuğum için savaşıyorum' dedi. Yaraları ona o kadar acı veriyordu ki, kılıcını göğsüne dayayıp kendini öldürdü. Eshâbdan bazıları onun durumunu bilmedikleri için Resulullah efendimize; 'Kazman müşriklerden yedi kişi öldürdü ve şehit oldu' dediler. Resulullah efendimiz, (Allahü teâlâ dilediğini yapar) buyurdu. Sonra Kazman'ın gerçek hâlini açıklayıp, (Şehadet ederim ki, ben Allahü teâlânın Resulüyüm) buyurdu. Bundan sonra Eshâb-ı kirama dönüp; (Allahü teâlâ bu dini facir kimselerle de elbette kuvvetlendirir) buyurdu.”
           ***
Sual: Din kitaplarında bahsedilen âlem-i misâl ne demektir?
Cevap: Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsine Âlem denir. Üç türlü âlem vardır. Bunlar; Âlem-i şehâdet, bildiğimiz madde âlemidir. Âlem-i ervâh, maddi olmayan, ölçüsüz olan rûh âlemidir. Âlem-i misâlde maddeli ve maddesiz hiçbir şey yoktur. Âlem-i misâlde, birinci ve ikinci âlemde bulunan her şeyin ve Allahü teâlânın, hatta düşüncelerin ve manaların misâlleri vardır. Allahü teâlânın misli yoktur, misâli vardır denildi. Bir şeyin kendisine ve sıfatlarına benzeyen başka bir şeye, birinci şeyin misli denir. Allahü teâlânın kendinin ve sıfatlarının misli yoktur, olamaz. Bir şeyin kendine değil, yalnız sıfatlarına benzetilen başka şeye, birinci şeyin misâli denir. Mesela, güneşe padişah denir. Padişah, güneşin misâli olur.
“Bu dini facirlerle de kuvvetlendirir”
 
Resulullah efendimiz​ buyurdu ki: "Allahü teâlâ bu dini facir kimselerle de elbette kuvvetlendirir."
 
[Continue Reading]

22 Mayıs 2016 Pazar

Dünya ile âhiret arasındaki vakit!

"Allahü teâlâ Âdemoğlunu yarattı. Hangisinin daha güzel amel işlediğini denemek için onları dünyâya yerleştirdi. Sonra onları kabir âlemine nakletti."
 
Ebû Ya’lâ bin Ferrâ hazretleri Hanbelî mezhebi tefsîr, hadîs, fıkıh, usûl âlimlerinin büyüklerindendir. 380 (m. 990)’de doğdu. 458 (m. 1066)’da Bağdad’da vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
 Allahü teâlâ Âdemoğlunu yarattı. Hangisinin daha güzel amel işlediğini denemek için onları dünyâya yerleştirdi. Sonra onları kabir âlemine nakletti. Onları burada, kıyâmet gününe kadar tuttu. Onlar kabir âleminde olmakla beraber, amellerinin iyi veya kötü olmasına göre karşılık görürler. Ameli iyi olanlar, kabirlerinde ikrama ve nimetlere kavuşurlar. Amelleri kötü olanlar ise, hor ve hakîr olurlar. Allahü teâlâ, Mü’minûn sûresinin yüzüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; “(Kâfirler der ki:) Tâ ki, ben terk ettiğim imânı yerine getirip, sâlih bir amelde bulunayım. Hayır (artık dünyâya dönülmez), müşriklerden her birinin söylediği bu sözler, söyleyene âit faydasız bir lâftır, önlerinde ise bir mezar vardır. Diriltilecekleri güne kadar oradadırlar” buyuruyor.
Hasen-i Basrî bir gün kabirleri göstererek; “Bunlar, sizin ile âhiret arasında bulunan kabirlerdir” buyurdu.
Atâ Horasânî de; “Kabir, dünya ile âhiret arasındaki vakittir” demiştir.
Ebû Umâme el-Bâhilî, bir şahsın cenâze namazını kılıp cenâze kabre konunca; “Bu andan itibâren, meyyit için mahlûkâtın diriltileceği güne kadar devam edecek bir kabir hayâtı başladı” demiştir.
Oğlu Ebü’l-Hüseyn şöyle anlatmıştır:
Su’ûd el-Habeşî’den işittim, şöyle dedi: “Ben Kâdı Ebû Ya’lâ bin Ferrâ’nın cenâze namazında bulunamadım. Bundan dolayı üzülmüştüm. Vefâtından sonraki ilk cuma günü Dicle kenarına çıkmıştım. Bir zât bana selâm verdi ve; 'Sen İbn-i Yûsuf’un kölesi Su’ûd musun?' dedi. 'Evet' dedim. 'Sana arkadaşın Ebû Ya’lâ’dan bir şey anlatacağım' dedi. 'Buyur' dedim. 'Bu Cuma gecesi bir rüyâ gördüm. Mensûr Câmiinin karşısında Züzanî zaviyesinde bulunuyordum. Şam kapısı tarafından on kişi bana doğru geliyorlardı, içlerinde hiç görmediğim bir şekilde nûr saçan bir zât gördüm. Onlardan birine;
-Aranızdaki bu nûr saçan zât kimdir? dedim.
-O, Resûlullahdır (sallallahü aleyhi ve sellem). Biz de Eshâbıyız, dedi.
-Buraya niçin geldiniz? dedim.
-Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize sor, dedi. Ben de yaklaşıp;
-Yâ Resûlallah, tâ Medîne-i münevvereden buraya teşrîf edişinizin sebebi nedir? dedim; 
-Ebû Ya’lâ bin Ferrâ’nın cenâze namazına geldik, buyurdular...”
23.05.2016
[Continue Reading]

Peygamberimizin teşrifinden önceki dünyanın hâli

O doğmadan önce yeryüzünde bulunan bütün milletler, Allahü teâlâyı unutmuş, huzurun, saadet ve sevincin kaynağı olan “Tevhîd” inancı ortadan kalkmıştı.

 
 
Fahr-i Kâinât Efendimiz doğmadan önce, bütün âlem, manevî yönden müthiş bir zulmet/karanlık içinde idi. İnsanlar hudutsuz derecede azgınlaşmışlar, Allahü teâlânın gönderdiği dînler unutulmuş, İlâhî hükümlerin yerini, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler almıştı. Sadece insanlar değil, bütün mahluklar, zâlim insanların vahşet ve zulmünden iyice bunalmıştı. Yeryüzünde bulunan bütün milletler, Allahü teâlâyı unutmuş, huzurun, saadet ve sevincin kaynağı olan Tevhîd” inancı ortadan kalkmıştı. Küfür fırtınası, kalplerden îmânı söküp atmış, insanlar putlara tapmaya başlamışlardı.
Mısır'da, bozulmuş Tevrât'ın hükmü geçerli, Bizans'ta ise yine değiştirilmiş bir dîn olan Hıristiyânlık yürürlükte idi. İsrâîloğulları birbirlerine düşmüş, Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dîn unutulmuştu.
İsâ aleyhisselâmın getirdiği hakîkî dîn de bozularak, dîn ile hiçbir alâkası kalmamıştı.
Îrân'da ateşe tapılıyor, ateşperestlerin ateşi bin senedir söndürülmüyordu. Çin'de Konfüçyüsizm, Hindistân'da Budizm gibi uydurma dînler hüküm sürüyordu. Arabistân'ın insanları da karanlık içinde idiler. Beytullah'ın içine ve Mescid-i Harâm’a, “Lât”, “Menât” ve “Uzzâ” gibi yüzlerce put doldurulmuştu. Zulüm son haddine varmış, ahlâksızlık, iftihâr vesilesi sayılıyordu... Netîce itibâriyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adâlet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi.
Yedi kat yer, yedi kat gök, kısacası bütün âlem, büyük bir arzu ve iştiyâkla, “Hâtemü'l-enbiyâ ve'l-mürselîn” olan Efendisini beklemekte idi. Hicretten 53 sene evvel, "Fil vak'ası"ndan da iki ay kadar sonra,Rebîu’l-evvel ayının onikisinde, Pazartesi gecesi sabâha karşı, Mekke'nin Hâşimoğulları Mahallesi’nde, Safâ Tepesi yakınında bir evde, Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) doğdu. Dost-düşman herkesçe malum olduğu üzere, Resûl-i Ekrem Efendimizin doğduğu gece, pekçok olağanüstü hâl görülmüştür:
Meselâ o gece, Ka’be-i Muazzama ve Mescid-i Harâm’daki bütün putlar, yüzüstü devrilip yere kapandılar. Mukaddes sayılan “Sâve gölü”nün o gece suyu çekilerek kurudu. Şâm tarafında, bin yıldan beri kuru bir vâdî olan ve suyu akmayan “Semâve Nehri Vâdîsi”, sularla dolup taşarak akmaya başladı.
Îrân Kisrâsı’nın Medâyin’deki sarayı sallandı, hattâ 14 burcu yıkıldı.  Mecûsîlerin, yani ateşe tapanların bin (1000) seneden beri yanan kocaman ateş yığınları ânîden sönüverdi...
Netîce olarak söyleyelim ki, O'nun teşrîfiyle âlem, yeniden hayât buldu, karanlıklar dağıldı; bütün cihân aydınlandı...
23.05.2016

[Continue Reading]

“Âlem, böyle gelmiş, böyle gider” demek!

“Âlem, böyle gelmiş, böyle gider” sözü, âlemin kadim, sonsuz olduğunu gösteriyor ki, böyle inanmak küfürdür!
 
 
Sual: Bazı kimseler, “âlem, böyle gelmiş, böyle gider” diyerek, ahireti, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmektedirler. İmanın şartlarından olan ahireti, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek, imanı gidermez mi?
Cevap: Peygamberlerin söz birliği ile bildirdikleri ve İslâm âlimlerinin bizlere ulaştırdıkları bilgiler, şunun bunun düşünceleri, hayalleri ile yok edilemez. “Âlem, böyle gelmiş, böyle gider” sözü, âlemin kadim, sonsuz olduğunu gösteriyor ki, böyle inanmak küfürdür, imanı giderir. Âlemin yok olacağını inkâr etmektir. Halbuki Kur’an-ı kerim, her şeyin yok olacağını açıkça bildiriyor. İnsanların yok olacağına ve tekrar var olacaklarına inanıyoruz diyenler arasında, bazı kimseler de; “İnsan, toprak maddesinden meydana gelmiştir. Ölünce çürüyüp, yine toprak, su ve gazlar hâline dönecektir. Bu maddelerden bitkiler ve bitkilerden hayvanlar hasıl olmakta, bunları insanlar yiyerek, et, kemik, meni hâline dönmekte ve böylece başka insanlar meydana gelmektedir. Kıyamet kopması, insanların tekrar yaratılması, işte böyle olur” diyorlar.
Bu sözdeki madde değişmeleri elbette doğrudur. Çünkü Allahü teâlânın âdet-i ilahiyyesi böyledir. Fakat insanların tekrar yaratılması böyle olur demek, yanlıştır. Çünkü Haşrı, Neşri ve Kıyameti inkâr etmektir. Kıyamet gününün gelmesi ve ölülerin mezarlarından kalkacakları, bütün canlıların bir meydanda toplanacakları, meleklerin yazdığı kitapların ortaya çıkarılacağı, hesap verileceği, terazinin kurulacağı, müminlerin Sırat köprüsünden geçecekleri, kâfirlerin, inkâr edenlerin Cehenneme düşecekleri ve sonsuz azapta kalacakları, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
           ***
Sual: Bir şarta bağlı olarak yapılan adak, şart edilen şey olmadan önce yerine getirilebilir mi?
Cevap: Bir şarta bağlı olmayan nezri, adağı, tayin ettiği zamandan önce yapmak caizdir. Fakat, şarta bağlı olan nezri, adağı ise, istenilen şart hasıl olmadan önce yapmak sahih olmaz.
           ***
Sual: Şaban ayında bir ay oruç tutacağım diye adakta bulunan bir kimse, bu ayın tamamını mı oruçlu geçirir?
Cevap: Adı belli bir ayın orucunu adak eden kimse, o ay her gün oruç tutar. Bozduğu günleri ise, kaza eder. Ayın adını söylemedi ise, çeşitli aylarda, bir ay, otuz gün oruç tutar.
23.05.2016

[Continue Reading]

"Ne benimdir, ne de senin!"

Sultan Ferec, önemsiz bir sebepten dolayı kendi halkının üzerine ok attırıyor,Muhammed Şazili hazretleriyse buna karşı geliyordu... Mağrur sultan, bu zâtı çağırttı.
Büyük veli geldi.
Sultan Ferec, ona;
"Bu memleket benim midir, yoksa senin mi?” diye sordu.
Muhammed Şazili;
"Ne benimdir, ne de senin... Kahhar ve tek olan Allahü teâlânındır”buyurdu.
Ve kalkıp gitti.
Sultan o gün hastalandı.
Ve bir türlü iyileşemedi
Tabipler aciz kaldılar...
Sultanın has adamları bu durumu anlayıp "Bu hâl, Muhammed Şazili hazretlerinin kalbinin kırılmasındandır” dediler.
Sultan dinledi.
Ve bu veliden özür dileyince tekrar sıhhatine kavuştu...
● ● ●
Bir gün de, bazı sevdikleri bu büyük zâta “Huzura ermenin yolu nedir efendim?” diye sordular.
“Sabır'dır” buyurdu.
Ve şöyle izah etti:
“Huzuru, bir odanın içinde ‘kilitli’ farz edin. İşte o odanın anahtarı ‘sabır’dır. Sabrederseniz kapı açılır ve huzura kavuşursunuz.”
● ● ●
Gencin biri de “Hocam! Başarılı çalışma nasıl olur?” diye sordu bu zata.
Cevabında;
“Başarılı çalışma; ahirette işe yarayan çalışmadır. Meselâ kendini cehennemden kurtaramayan bir kimse, bütün dünyayı elde etse bile ne kıymeti vardır ki. Sonunda yanacak” buyurdu.
23.05.2016

[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates