<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









şiirlerle menkıbeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiirlerle menkıbeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2016 Pazar

"Ne benimdir, ne de senin!"

Sultan Ferec, önemsiz bir sebepten dolayı kendi halkının üzerine ok attırıyor,Muhammed Şazili hazretleriyse buna karşı geliyordu... Mağrur sultan, bu zâtı çağırttı.
Büyük veli geldi.
Sultan Ferec, ona;
"Bu memleket benim midir, yoksa senin mi?” diye sordu.
Muhammed Şazili;
"Ne benimdir, ne de senin... Kahhar ve tek olan Allahü teâlânındır”buyurdu.
Ve kalkıp gitti.
Sultan o gün hastalandı.
Ve bir türlü iyileşemedi
Tabipler aciz kaldılar...
Sultanın has adamları bu durumu anlayıp "Bu hâl, Muhammed Şazili hazretlerinin kalbinin kırılmasındandır” dediler.
Sultan dinledi.
Ve bu veliden özür dileyince tekrar sıhhatine kavuştu...
● ● ●
Bir gün de, bazı sevdikleri bu büyük zâta “Huzura ermenin yolu nedir efendim?” diye sordular.
“Sabır'dır” buyurdu.
Ve şöyle izah etti:
“Huzuru, bir odanın içinde ‘kilitli’ farz edin. İşte o odanın anahtarı ‘sabır’dır. Sabrederseniz kapı açılır ve huzura kavuşursunuz.”
● ● ●
Gencin biri de “Hocam! Başarılı çalışma nasıl olur?” diye sordu bu zata.
Cevabında;
“Başarılı çalışma; ahirette işe yarayan çalışmadır. Meselâ kendini cehennemden kurtaramayan bir kimse, bütün dünyayı elde etse bile ne kıymeti vardır ki. Sonunda yanacak” buyurdu.
23.05.2016

[Continue Reading]

2 Ekim 2015 Cuma

"Bilin bakalım avucumda ne var?"

Ahmed Kuddusi hazretleri, Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerindendir. Bir gün Padişahın davetiyle İstanbul’a varır.
Mecliste başka âlimler de vardır.
Padişah bir ara avucuna bir şey alır.
Ve sorar ordakilere:
“Bilin bakalım. Avucumda ne var?”
Her biri bir tahminde bulunur:
“Para var.”
“Hayır.”
“Şeker var.”
“Değil.”
Sultan, Kuddusi hazretlerine;
“Siz söyleyin!” der.
O, buyurur ki:
“Dünyaya göz gezdirdim. Bir balığı yavrusunu ararken gördüm.”
Padişahın avcunda bir "balık yavrusu" vardır gerçekten.
Firasetine hayran olur.
“Hocam, sarayda kalsanız” der.
Ama o, nazikçe reddeder.
Ve izin alıp köyüne döner.
Sultan, iki memuru ile bu zata bir torba “altın" gönderir.
Memurlar geldiğinde o, bahçe bellemektedir.
Ama maksatlarını bilmektedir.
Memurlar gelirler.
“Hocam! Padişah emriyle geldik, size biraz ‘altın’ getirdik” derler.
Büyük veli;
“Pekâlâ, açın eteğinizi” der.
Açarlar.
Bir kürek "toprak" alır, eteklerine doldurur.
Toprak, o anda "altın" olur.
Ardından;
“Onları yere dökün!” buyurur.
Dökerler.
Altınlar “yılan, çıyan" olur bu sefer.
Ama o altınları yine alır.
Hepsini fukaraya dağıtır.
2.10.2015
[Continue Reading]

1 Ekim 2015 Perşembe

"Buyurun efendim, hoş geldiniz"

Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh), Nişâbur'da doğdu, 848 senesinde vefat etti...
Bu zatın bir komşusu vardı.
Maalesef ateşe tapardı.
Büyük veli, ona İslâmiyet’i teklif etmek istiyorsa da müsait bir zamanını bekliyordu.
Nihayet bir gece “hırsız” girdi evine.
Ne var ne yok götürdü bütün malını.
Bunu fırsat bilip ziyaretine gitti.
“Uğradığınız musibeti duydum. Çok geçmiş olsun” dedi
Adam çok rahattı:
“Evet, öyle bir şey oldu... Ama mühim değil. Bu gibi şeyler musibet gözükse de aslında nimettir” dedi.
Büyük veli beğendi bu cevabı.
Ve sordu hemen:
“Peki, niçin ateşe tapıyorsun?”
O cevaben;
“Şimdi ona tapıyorum ki yarın yakmasın beni cehennemde” dedi.
Buyurdu ki:
“Sen, yıllarca ona tapıyorsun, ben ise hiç tapmadım. Gel, ikimiz de şu ateşe sokalım elimizi. Bakalım sana iltimas edecek mi?”
Adam çok rahattı.
“Olur, sokalım” dedi.
Önce büyük veli soktu elini ateşe.
Az bekletip sonra çekti.
Allah'ın izniyle eli yanmadı.
Sıra ona gelmişti.
Adam güvenle uzattı elini ateşe.
Uzatmasıyle çekmesi bir oldu.
Sokmak değil yaklaştıramadı bile...
O anda döndü kalbi.
Ve “hidayet nuruyla” aydınlandı yüzü.
Hakikati anlamıştı artık.
Hemen Müslüman oldu...
1.10.2015
[Continue Reading]

30 Eylül 2015 Çarşamba

Hızır’ı görmek istiyordu, ama…

Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında Yahya Efendi hazretleri vardı ki Sultan, "ağabey" diye hitap ederdi ona.
Dahası, hürmet ederdi.
Bu zat Hazret-i Hızır’la sık görüşüyordu.
Sultan da bunu biliyordu.
Bir akşam, kayıkla gezintiye çıkmıştı.
Yahya Efendi'yi hatırlayıp yanaştırdı kayığı Ortaköy’e.
Ve bir kimse ile;
“Ağabey, gel beraber dolaşalım” diye haber saldı.
Niyeti, onun bereketiyle Hızır'ı görmekti.
Büyük veli, gelip bindi kayığa.
Ama biri daha vardı yanında.
O kişi, Sultanın parmağındaki "yüzüğe" dikkatle bakıyordu ki Sultan fark edip çıkardı yüzüğü.
Ve o kişiye uzatıp;
“Al, yakından bak” dedi.
Aldı o da yüzüğü.
Evire çevire baktı, baktı.
Ve kaldırıp denize attı.
Daha sonra;
“Ben ineyim” dedi.
Denizden bir avuç “su” aldı.
Padişaha uzattı ve gitti.
Padişah “neler oluyor?" diye düşünürken avcundaki suda “yüzüğünü" gördü.
Sordu hemen Yahya Efendi'ye:
“Ağabey, neler oluyor?”
Buyurdu ki:
“O kişi, Hızır'dı Sultanım.”
“İyi ama neden önce söylemedin?”
Buyurdu ki:
“O, kendini tanıttı hünkârım. Ama siz geç kaldınız, ne yapayım?”
30.9.2015
[Continue Reading]

29 Eylül 2015 Salı

Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü

"Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir."

Sual: Yunus Emre’nin, (Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü) sözü için bazıları, (Türk olmayanları hoş göremeyiz) diyorlar. Yunus Emre gibi, ırk farkı gözetmeden yetmiş iki milleti insan olarak değerlendirmek yanlış mıdır?
CEVAP: Yunus Emre gibi büyük zatların sözlerine yanlış demek doğru olmaz. O sözü ne maksatla söylediği anlaşılırsa yanlış olmadığı meydana çıkar. Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir) buyurulmuştur. (İbni Lâl)
Bir milletin diğerinden üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah indinde en üstününüz, takvâda en ileri olanınızdır.) [Hucurat 13]
İki hadis-i şerif:
(Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.) [İbni Neccar] (Acem, Arap olmayan demektir.)
(Irkçılık yapan, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizden değildir.) [Ebu Davud]
Dinimiz, (Üstünlük takvâ iledir) buyururken, bunun aksini söylemek bir Müslümana yakışmaz. Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup cennetlik olabildiği gibi, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp cehennemlik olabilir. Kâfire bu gözle bakarsak, kendimizi ondan üstün bilemeyiz. Kâfir olduğu için kalben sevmemek gerekir, ama o ayrıdır.

DİŞ TAŞLARI

Sual: Su geçirmediği ve çıkarılabildiği hâlde diş taşları gusle mâni olmuyor da, diş kovuğundaki hamur niye gusle mânidir?
CEVAP: Hamur bizim tarafımızdan konuyor. Diş taşı ise elimizde olmayan sebeple meydana geliyor. Diş taşı gibi, derideki sedef de kendiliğinden meydana gelip bunları kolayca yok eden bir ilaç da olmadığı yani harac olduğu için gusle mâni olmuyor. Tam İlmihâl’de de şöyle deniyor:
Tartar veya kefeki denilen ve dişlerin dibinde hâsıl olan kireçlenmeler, salgılardan, kendiliklerinden hâsıl oldukları için ve buna mâni olan ilaç bulunmadığı için, bunların mevcut olmasında zaruret vardır. İzale edilmesinde harac olanlar, derideki çıbanın, yaranın üstündeki zar, kabuk gibi olup, altlarını yıkamak, dört mezhepte de lazım olmaz. Bunun için başka mezhebi taklit gerekmez. (S. Ebediyye)
28.9.2015
[Continue Reading]

"Canımız üzüm ister, kim getirir!"

Üftade hazretleri; bir kış gecesi, talebelerine hitaben;
“Evlâtlar! Canımız üzüm ister, kim bulup da getirir?” der.
Talebeler şaşırırlar.
Birbirlerine bakışırlar.
Öyle ya, vakit gecenin bir yarısıdır.
Yerlerde bir metre kar vardır.
Şu anda imkânsızdır.
Ama Aziz Mahmud öyle düşünmez.
“Mademki hocam istedi, elbette bulmalıyız” der.
Fırlar ayağa. “Derhâl bulup getireyim” der.
Hazret-i Üftade; “Peki evlât, git getir” buyurur.
Çekirge'de bir üzüm bağları vardır.
Kar tipi dinlemez, oraya varır.
Asmalar kar altında kalmıştır.
“Bismillah!” der, bir yer açar.
Alttan salkım salkım üzümler çıkar.
Doldurur sepeti düşer yola.
Kar, soğuk, karanlık, vız gelir ona.
Çünkü az sonra dergâha varacaktır. Hocasının duasını alacaktır.
Bu, onun için büyük kazançtır.
Derken “bir çukur” çıkar ününe.
Adımını atar atmaz düşer içine.
“Yâ Rabbî! Hocamın hürmetine beni kurtar” diye yalvarır.
O anda “bir ihtiyar” belirir.
Elini uzatıp yukarı çeker.
Çıkınca göremez onu bir daha.
Sepeti omuzlar, varır dergâha.
“Kardan adam” gibi girer içeri.
Hazret-i Üftade sorar:
“Seni kim çıkardı o çukurdan?”
“Bilmiyorum efendim” der.
Büyük veli;
“O, Hızır'dı” buyurur.
Ve öyle dua eder ki, o Aziz Mahmud, "Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri" olur.
28.9.2015
[Continue Reading]

19 Aralık 2013 Perşembe

Güzel bir emr-i maruf - 19.12.2013

Elli altmış yaşlarında bir Müslüman, bir gün çeşme başında abdest alıyordu ki Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin onu görüp çok üzüldüler. Çünkü doğru almıyordu abdestini.
Edeple yaklaştılar:
“Selamün aleyküm amca.”
“Aleyküm selam evlatlar.”
Hazret-i Hasan:
“Amcacığım, biz iki kardeşiz. Aramızda ‘Ben daha doğru abdest alıyorum’ diye bahse girdik. Bize, bu konuda hakem olur musunuz?” dedi.
Adam sevdi onları:
“Olurum tabii” dedi.
“Sağolun amca. Şimdi izninizle biz birer abdest alalım. Kararı siz verin. Bakalım hangimiz bahsi kazanacak?”
“Peki haydi bakalım.”
Önce Hazret-i Hasan; farzına, sünnetine ve bütün edeplerine riayet ederek mükemmel bir abdest aldı.
Ve kardeşine dönüp:
“Sıra sende” dedi.
Hazret-i Hüseyin de mükemmel bir abdest aldı. Yaşlı adam onları dikkatle takip ediyordu.
Hazret-i Hüseyin sordu:
“Hangimiz kazandık amca?”
“İkiniz de kazandınız çocuklar, ben kaybettim” dedi.
“Nasıl yani amca?”
“Evlatlarım! İkiniz de çok doğru ve mükemmel abdest aldınız ve bana da öğrettiniz. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Allah sizden razı olsun” dedi.
Çocuklar:
“Sizden de amca” dediler.
Ve ayrılıp gittiler...
19.12.2013
[Continue Reading]

17 Aralık 2013 Salı

Sadaka vermeden edemezdi - 17.12.2013

Hazret-i Hasan (radıyallahü anh), çok cömertti. İki defa her şeyini Allah rızası için dağıttı.
Bir kişinin:
"Yâ Rabbî! Bana on bin altın ihsan eyle" dediğini işitti.
Acele evine gitti.
On bin altın aldı.
Ve ona ihsan etti. Zira o, sadaka vermeden edemezdi.
? ? ?
Hazret-i Hüseyin ile herhangi bir şeyi aldıklarında, sıkı pazarlık eder, ucuz almaya çalışırlardı.
Bir gün kendilerine:
"Bir günde binlerce dirhem sadaka veriyorsunuz da bir şey satın alırken niçin uzun uzun pazarlık edip yoruluyorsunuz?" dediler.
Cevap olarak:
"Biz verdiklerimizi Allah rızası için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır. Fakat alış-verişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasıdır" buyurdular.
? ? ?
Hazret-i Hasan yirmi beş kere yaya olarak Hacca gitti. On beş erkek ve sekiz kız evladı vardı. Soyundan gelenlere "şerif" denir.
Çok nasihat ederdi.
Nasihat olarak:
"İlme çalışınız, İslamiyet’i öğreniniz. Ezber zorunuza gidiyorsa yazınız" buyururdu.
Efendimiz Onu ve ehl-i beytini çok severdi.
Bir gün Ehl-i beyti için:
"İçinizden en hayırlısı Ali, gençler arasında en hayırlıları Hasan ile Hüseyin, kadınların en hayırlısı Fatıma'dır" buyurdu.
17.12.2013
[Continue Reading]

"Ey Ehl-i Beytim!" - 16.12.2013

Hazret-i Ebu Hureyre (radıyallahü anh) şöyle anlatır:
“Hasan'ı ne zaman görsem gayriihtiyari gözlerim yaşla dolar.
Çok iyi hatırlıyorum.
Seneler önceydi.
Resulullah (aleyhisselam) Onu kucağına aldı. Efendimizin Mübarek sakallarıyla oynardı.
Henüz pek küçüktü.
Ona sevgiyle baktı.
Ve bütün kalbiyle:
‘Yâ Rabbî! Ben bunu çok seviyorum. Sen de sev, Onu sevenleri de sev’ buyurdu.”
? ? ?
Rivayet edilir ki:
“Bir gün de Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin'i kastederek:
‘Allah’ım! Ben bu ikisini seviyorum. Sen de bunları sev. Onları sevmeyenleri sen de sevme’ diye dua etti.”
? ? ?
Yine o anlatıyor:
“İyi hatırlıyorum. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Fatıma ve Hazret-i Ali'yi (radıyallahü anhüm) bir örtü içine alıp, Ahzab suresi otuz üçüncü âyet-i kerimesini okudu.
Onlara sevgiyle baktı.
Sonra ellerini kaldırıp:
‘Ey Allah’ım! Benim Ehl-i beytim bunlardır’ dedi.
Ve onlara döndü.
Muhabbetle bakıp:
‘Ey Ehl-i Beytim! Allahü teâlâ sizlerden her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharetle temizlemek irade ediyor’ buyurdu.”
16.12.2013
[Continue Reading]

Bize yazıklar olsun! - 15.12.2013

Bir gün Hazret-i Hasan (radıyallahü anh) ağlıyordu.
Kendisine:
"Niçin ağlarsınız?" dediler.
Onlara baktı.
Ve bir "ah!" edip:
"Bize yazıklar olsun!" dedi.
Anlamadılar.
Sordular ki:
"Niye ah edersin?"
Cevaben:
"Daha ne olsun, yedi gündür hanemize misafir gelmedi. Ona ah ederim" dedi.
? ? ?
Hazret-i Hüseyin de bir gün namaza duracaktı. Seccadenin üzerinde titremeye başladı.
Onu görenler:
"Niçin titrersiniz?" dediler.
Merak etmişlerdi.
O, bir “ah” çekti.
Ve onlara dönüp:
"Az sonra Rabbimin huzuruna çıkacağım, nasıl titremeyeyim" buyurdu.
? ? ?
Ebu Eyyub-i Ensari (radıyallahü anh) anlatıyor:
“Bir gün Resulullah Efendimizin huzuruna girmiştim.
Hasan Hüseyin de vardı.
Önünde oynuyorlardı.
Henüz küçük idiler.
Çok da sevimliydiler.
Efendimize:
‘Yâ Resulallah! Sen bunları çok mu seviyorsun?’ dedim.
Bana döndüler.
Ve tebessümle:
‘Nasıl sevmem. Bunlar benim dünyada öpüp hakladığım iki reyhanımdır’ buyurdu.
Çok duygulandım.
Sevgim ziyade oldu.”
15.12.2013
[Continue Reading]

Bu nasıl bir cömertlik - 14.12.2013

Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Cafer "radıyallahü anhüm", uzun bir sefere çıkmışlardı.
Bir müddet yol aldılar.
Daha sonra acıktılar.
Ve bir kadın gördüler.
Ona yaklaşıp:
"Hiç yiyecek bir şeyin var mıdır?" diye sordular.
Kadıncağız:
"Evet var" dedi.
Tek koyunu vardı.
Hemen kesti onu.
Ve onları doyurdu.
? ? ?
Aradan yıllar geçti.
Bu kadın fakirleşti.
Geçim için Medine'ye geldi.
Hazret-i Hasan onu gördü.
Bir görüşte tanıdı kadını.
Hâlini sorup anladı.
Ona “bin koyun” verdi.
Ayrıca “bin altın” verip kardeşi Hüseyin'e gönderdi.
? ? ?
Kadın çok memnundu.
Hazret-i Hüseyin’e gitti.
Hazret-i Hüseyin sordu:
"Hasan ne verdi sana?”
"Bin koyunla, bin altın” dedi.
Hizmetçisine dönüp:
"Bana bin altın getir!” dedi.
O da “peki” dedi.
Ve getirip verdi.
Hazret-i Hüseyin o “bin altın”ı kadına verdi. Bin adet de koyun vereceğini vadedip Abdullah bin Cafer'e gönderdi.
O da sordu kadına:
"Hüseyin ne verdi sana?"
"Bin altın, bin de koyun.”
"Pekâlâ" dedi.
O da “bin altın” ve “bin koyun” verip gönderdi kadıncağızı...
14.12.2013
[Continue Reading]

Sen doğru sözlüsün - 12.12.2013

Cebrail aleyhisselam Efendimize ilk vahyi getirince, bunu ilk olarak Hazret-i Hatice öğrendi.
Ve destek verdi.
Çok da sevindi.
Kendisine "Biliyorum ki sen doğru sözlüsün. Güzel huylu ve iyi ahlaklısın. Senin, bu ümmetin Peygamberi olacağını umuyordum" dedi.
Ve hiç tereddütsüz:
"İnanıyorum" dedi.
? ? ?
Kâfirlerin alay ve eziyetlerine karşı, Resulullah'a teselli verirdi. Bütün malını, Onun uğruna feda etti. Onu hiç incitmedi.
Bir kere üzmedi.
Bilakis sevindirdi.
Altmış beş yaşında Mekke'de vefat edip Hacun mezarlığında defnedildi.
Peygamberimiz, Onun vefatına çok üzüldü.
Kederlendi.
Hüzünlendi.
Zira o, Peygamber Efendimize, evladına ve her insana karşı çok şefkatliydi. Ev işlerini iyi bilirdi. Zeki ve akıllıydı.
? ? ?
Efendimiz Onun hakkında “Hem çocuk annesi hem de ev işlerini tanzim eden hatun" buyururdu. Bir gün yine Onu methediyordu.
Hazret-i Âişe dinliyordu. Bir ara dayanamayıp "Cenab-ı Hakk size daha iyisini verdi" dedi.
Efendimiz dinledi.
Ve Ona dönüp:
"Hayır, ondan iyisi verilmedi. Herkes bana yalancı derken, o bana inandı. Herkes bana eziyet verirken, o beni ferahlandırdı" buyurdu.
12.12.2013
[Continue Reading]

"Ey cin kavmi!.." - 11.12.2013

 (Dünden devam)
Aliyy-ül Mürteza kalktı ve sağ kalanlara:
‘Ey cin kavmi! Başınızı kaldırın. Muhakkak, Allahü teâlâ zalim ve kibirli olanları helak etti’ diye seslendi.
Ve ardından:
‘Ey cin kavmi! Biliniz ki şimdi Muhammed Mustafa devridir. Yeryüzü baştan başa zulümle dolmuşken, iman ve adaletle dolsa gerektir’buyurdu.
Onları İslama davet etti.
Habîb-i Ekrem’i methetti.
Mucizelerinden bahsetti.
? ? ?
Cin taifesinin kurtulanları, Hazret-i Ali’nin ilim ve kemaline hayret edip Hakka boyun büktüler.
Teslimiyet gösterdiler.
Ve Ona dönüp:
‘Allah’a, Allah’ın Resulüne ve Resulünün elçisine inandık. Sözleri doğrudur. Seni yalanlamıyoruz’ dediler.
Şehadeti söylediler.
Ve imana geldiler...”
? ? ?
Hazret-i Selman der ki:
“Bu esnada gece oldu.
Yine o deveye binip ve Arfeta’yı takip edip sabah olmadan Harre denilen yere ulaşıp sabah namazını Resulullah’la kıldık.
Efendimiz bizi gördü.
Sevinip hamdeyledi.
Ali bin Ebi Talip’e döndü ve ‘Yâ Ali! Bu Cin kavmini ne hâlde ve nasıl buldun?’ diye sordu.
O da cevaben:
‘Yâ Resulallah! Hayır duanız bereketiyle, Elhamdülillah, Allahü teâlâya iman getirip Müslüman olmakla şereflendiler. Ama bu daveti kabul etmeyenler, Allahü teâlânın izniyle gökten inen ateşle helak oldular’ diye arz etti.”
11.12.2013
[Continue Reading]

10 Aralık 2013 Salı

"Ey cin kavmi!.." - 11.12.2013

 (Dünden devam)
Aliyy-ül Mürteza kalktı ve sağ kalanlara:
‘Ey cin kavmi! Başınızı kaldırın. Muhakkak, Allahü teâlâ zalim ve kibirli olanları helak etti’ diye seslendi.
Ve ardından:
‘Ey cin kavmi! Biliniz ki şimdi Muhammed Mustafa devridir. Yeryüzü baştan başa zulümle dolmuşken, iman ve adaletle dolsa gerektir’buyurdu.
Onları İslama davet etti.
Habîb-i Ekrem’i methetti.
Mucizelerinden bahsetti.
? ? ?
Cin taifesinin kurtulanları, Hazret-i Ali’nin ilim ve kemaline hayret edip Hakka boyun büktüler.
Teslimiyet gösterdiler.
Ve Ona dönüp:
‘Allah’a, Allah’ın Resulüne ve Resulünün elçisine inandık. Sözleri doğrudur. Seni yalanlamıyoruz’ dediler.
Şehadeti söylediler.
Ve imana geldiler...”
? ? ?
Hazret-i Selman der ki:
“Bu esnada gece oldu.
Yine o deveye binip ve Arfeta’yı takip edip sabah olmadan Harre denilen yere ulaşıp sabah namazını Resulullah’la kıldık.
Efendimiz bizi gördü.
Sevinip hamdeyledi.
Ali bin Ebi Talip’e döndü ve ‘Yâ Ali! Bu Cin kavmini ne hâlde ve nasıl buldun?’ diye sordu.
O da cevaben:
‘Yâ Resulallah! Hayır duanız bereketiyle, Elhamdülillah, Allahü teâlâya iman getirip Müslüman olmakla şereflendiler. Ama bu daveti kabul etmeyenler, Allahü teâlânın izniyle gökten inen ateşle helak oldular’ diye arz etti.”
11.12.2013
[Continue Reading]

''Bizler doğru yoldayız'' - 10.12.2013

  (Dünden devam)
Selman-ı Farisi (radıyallahü anh) der ki: Aliyy-ül Mürteza imam oldu. Ben ve Arfeta ona uyup sabah namazını kıldık.
Duamızı yaptık.
Ortalık aydınlandı.
Gördük ki etrafımızı cin askerleri çevirmiş. Gözleri meşale gibi ışık saçar.
Heybetle duruyorlar.
Ali bin Ebi Talip bunlara hiç iltifat etmeyip o cin taifesine hitap etti.
İslam’a davet etti.
Bir cin itiraz edip:
‘Yâ Ali! Âbâ ve ecdadımızın dîni bâtıl mı demek istersin?’ dedi.
? ? ?
Ali bin Ebi Talip:
‘Biz doğru yoldayız. Sen, Allahü teâlânın ayetlerini tasdik etmiyor, inkâr ediyorsun’ buyurdu.
Canı sıkılmıştı.
Yüzünü göğe çevirdi.
İsm-i âzamı okudu.
Ve ellerini kaldırıp:
‘Ey yardım edicilerin en hayırlısı olan Allah’ım! Bunların üzerine ateş yağdır. Bunların içinden inat ve inkâr edenlerini helak et!’ diye dua etti.”
? ? ?
Hazret-i Selman der ki:
“O anda bir zelzele olup gökten ateş yağmaya başladı. Cinnîler bunu görünce hepsi yüzleri üzerine düştüler.
Ben dahi korktum.
Kendimden geçtim.
Sonra ayıldım.
Gördüm ki birtakım cinnîleri semadan gelen ateş yakmış.
Üzerlerini duman kaplamış. (Devamı yarın)
10.12.2013
[Continue Reading]

8 Aralık 2013 Pazar

"İkiniz benimle gelin - 09.12.2013

 
(Dünden devam)
Selman-ı Farisi (radıyallahü anh) der ki:
“Hazret-i Ali kalktı ve ‘Yâ Resulallah! Emret, bu hizmete ben gideyim’diye arz etti.
Efendimiz sevindi.
Arfeta’ya dönüp:
‘Bu gece Harre’de hazır ol. Senin yanına bir kimse vereyim ki benim hükmümle hükmeder, benim dilimle söyler, benim haberimi cin taifesine doğru iletir’ buyurdu.
? ? ?
Arfeta cin taifesindendi.
Derken yatsı oldu.
Yatsıyı Resulullah’la kıldık.
Eshab’ın hepsi dağıldı.
Efendimiz bize dönüp:
‘Yâ Selman! Yâ Ali! Benimle geliniz’ buyurdu.
Harre’ye vardık.
Gördük ki koyun büyüklüğünde bir deveye Arfeta binmiş, at kadar bir deveyi de, elinde tutmuş. Resulullah Hazret-i Ali’yi o deveye bindirdi.
Arkasına da beni.
Gözlerimi sarığın ucuyla bağlayıp ‘Yâ Selman! Ali sana, gözünü aç demeyince açma. Deveden in demeyince inme. İşittiklerinden korkma’ buyurdu.
Ve Ali’ye dönüp:
‘Haydi gidiniz!’ buyurdu.
Biz de Arfeta’nın peşinden süratle yola koyulduk.
Sabah oldu.
Hazret-i Ali bana:
‘Sen in!’ dedi.
Ben de indim.
Gördüm ki otsuz, susuz, ağaçsız, taşlık bir yere gelmişiz." (Devamı yarın)
09.12.2013
[Continue Reading]

"O, cin taifesindendir!" - 08.12.2013

Selman-ı Farisi (radıyallahü anh) rivayet eder: “Yağmurlu bir günde mescitte, Resulullah’ın huzurunda bazı Eshapla oturuyorduk. O sırada biri geldi. Bize selam verdi. Hepimiz sesi işittik. Ama selam vereni görmedik. Resulullah onun selamını alıp ‘Cin taifesinden kardeşinizdir, selamını alınız’ buyurdu. Hepimiz:
‘Aleyküm selam’ dedik. Efendimiz ona sordu:
‘Sen kimsin?’
O görünmez kişi: ‘Yâ Resulallah! Köleniz, cin taifesinden Şemrah oğlu Arfeta’yım’ diye arz etti.
Resulullah:
‘Merhaba yâ Arfeta! Allahü teâlâ sana rahmet eylesin. Kendi suretinle bize görün’ buyurdu.
O da öyle göründü. Vücudu kıllı, saçları yüzünü bürümüş, iki gözleri bir tarafa kaymış, ağzı göğsünün üzerinde ve fil dişi gibi dişleri vardı. Onu böyle gördük. Hepimiz korktuk.
O acayip şahıs ‘Yâ Habiballah! Kavmimi dîne davet için ben kulunuzla bir kimse gönder. Yine sağ-salim getirip teslim ederim’ dedi.
Efendimiz bize:
‘Bu hizmete, bununla birlikte kim giderse ona cennet vacip olur’buyurdular.
Korkudan cevap veremedik. Resulullah üç kere sordu.
Kimse cevap veremedi. (Devamı yarın)
08.12.2013
[Continue Reading]

Güneş tekrar döndü!

Resûl-i Ekrem Efendimizden sonra Hazret-i Ali, bir grup sahabiyle Babil’e giderken, Fırat nehrinin üzerinden geçmek istediler.
Vakit ikindiydi.
Namaz kılacaklardı.
Abdest aldılar.
Hazret-i Ali imam oldu.
Bazı Eshab cemaat oldu.
İkindi namazını kıldılar.
Diğer Eshab, hayvanlarını sudan geçirmekle meşguldüler.
? ? ?
Ancak iş uzun sürdü.
O arada güneş battı.
Namaz kılamadılar.
Hepsi çok üzüldü.
Hazret-i Ali’ye geldiler.
Vaziyeti arz ettiler.
O da çok üzüldü.
Hemen dua etti.
Allahü teâlâ Onun duasını kabul edip Güneş'i geri döndürdü.
Eshab Güneş'i gördüler.
Sevince garkoldular.
“Aaa, güneş batmamış” deyip sevinçle namazlarını kıldılar.
Güneş yine battı.
Şiddetli ses çıktı.
Eshab duydular.
Ve çok korktular.
Şöyle ki korkularından tehlil, tesbih ve istiğfarla meşgul oldular.
? ? ?
Muaz bin Cebel (radıyallahü anh) şöyle rivayet eder:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün eshab-ı kirama ‘Ali bin Ebi Talib’in sevgisi öyle bir taattır ki hiçbir günah, o varken zarar veremez. Ali’ye düşmanlık da öyle bir günahtır ki hiçbir sevap, o varken fayda veremez’ buyurdu.”
07.12.2013
[Continue Reading]

6 Aralık 2013 Cuma

İkindi namazın geçti mi? - 06.12.2013

Hakk teâlâ, Hazret-i Ali (radıyallahü anh) için, iki kere Güneş'i batıdan tekrar geri döndürdü.
Rivayet edilir ki:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün nurlu evlerinde bazı sahabilerle oturuyorlardı.
Ali bin Ebi Talib de vardı.
O ara Hazret-i Cibril geldi.
Efendimize vahiy getirdi.
Vahyin manevi ağırlığından, Sevgili Peygamberimiz mübarek başını Hazret-i Ali’nin dizine koydu.
Bir müddet kaldırmadı.
O arada güneş battı.
? ? ?
Ancak Ali bin Ebi Talib ikindi namazını kılmamıştı.
Vahyin tesiri geçti.
Efendimiz kendine geldi ve Hazret-i Ali’ye ‘Yâ Ali! İkindi namazın geçti mi?’ diye sordu.
Hazret-i Ali:
‘Evet yâ Resulallah!’ dedi.
Ancak ima ile kılmıştı.
? ? ?
Efendimiz üzüldü.
Güneş'e emretti.
Güneş batmışken Allahü teâlânın izniyle geri geldi.
Dağın üstünde durdu.
Efendimiz:
“Yâ Ali! Bak, güneş henüz batmamış” buyurdu.
Hazret-i Ali, Güneş'e baktı.
Hemen fırlayıp kalktı.
Ve ikindi namazını kıldı.
O namazını bitirdi.
O vakit güneş battı.
Esma binti Ümeys ‘Güneş batarken, buzağı sesi gibi bir ses işittik’ demiştir.”
06.12.2013
[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates