<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









Vehbi Tülek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vehbi Tülek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2016 Pazar

Dünya ile âhiret arasındaki vakit!

"Allahü teâlâ Âdemoğlunu yarattı. Hangisinin daha güzel amel işlediğini denemek için onları dünyâya yerleştirdi. Sonra onları kabir âlemine nakletti."
 
Ebû Ya’lâ bin Ferrâ hazretleri Hanbelî mezhebi tefsîr, hadîs, fıkıh, usûl âlimlerinin büyüklerindendir. 380 (m. 990)’de doğdu. 458 (m. 1066)’da Bağdad’da vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
 Allahü teâlâ Âdemoğlunu yarattı. Hangisinin daha güzel amel işlediğini denemek için onları dünyâya yerleştirdi. Sonra onları kabir âlemine nakletti. Onları burada, kıyâmet gününe kadar tuttu. Onlar kabir âleminde olmakla beraber, amellerinin iyi veya kötü olmasına göre karşılık görürler. Ameli iyi olanlar, kabirlerinde ikrama ve nimetlere kavuşurlar. Amelleri kötü olanlar ise, hor ve hakîr olurlar. Allahü teâlâ, Mü’minûn sûresinin yüzüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; “(Kâfirler der ki:) Tâ ki, ben terk ettiğim imânı yerine getirip, sâlih bir amelde bulunayım. Hayır (artık dünyâya dönülmez), müşriklerden her birinin söylediği bu sözler, söyleyene âit faydasız bir lâftır, önlerinde ise bir mezar vardır. Diriltilecekleri güne kadar oradadırlar” buyuruyor.
Hasen-i Basrî bir gün kabirleri göstererek; “Bunlar, sizin ile âhiret arasında bulunan kabirlerdir” buyurdu.
Atâ Horasânî de; “Kabir, dünya ile âhiret arasındaki vakittir” demiştir.
Ebû Umâme el-Bâhilî, bir şahsın cenâze namazını kılıp cenâze kabre konunca; “Bu andan itibâren, meyyit için mahlûkâtın diriltileceği güne kadar devam edecek bir kabir hayâtı başladı” demiştir.
Oğlu Ebü’l-Hüseyn şöyle anlatmıştır:
Su’ûd el-Habeşî’den işittim, şöyle dedi: “Ben Kâdı Ebû Ya’lâ bin Ferrâ’nın cenâze namazında bulunamadım. Bundan dolayı üzülmüştüm. Vefâtından sonraki ilk cuma günü Dicle kenarına çıkmıştım. Bir zât bana selâm verdi ve; 'Sen İbn-i Yûsuf’un kölesi Su’ûd musun?' dedi. 'Evet' dedim. 'Sana arkadaşın Ebû Ya’lâ’dan bir şey anlatacağım' dedi. 'Buyur' dedim. 'Bu Cuma gecesi bir rüyâ gördüm. Mensûr Câmiinin karşısında Züzanî zaviyesinde bulunuyordum. Şam kapısı tarafından on kişi bana doğru geliyorlardı, içlerinde hiç görmediğim bir şekilde nûr saçan bir zât gördüm. Onlardan birine;
-Aranızdaki bu nûr saçan zât kimdir? dedim.
-O, Resûlullahdır (sallallahü aleyhi ve sellem). Biz de Eshâbıyız, dedi.
-Buraya niçin geldiniz? dedim.
-Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize sor, dedi. Ben de yaklaşıp;
-Yâ Resûlallah, tâ Medîne-i münevvereden buraya teşrîf edişinizin sebebi nedir? dedim; 
-Ebû Ya’lâ bin Ferrâ’nın cenâze namazına geldik, buyurdular...”
23.05.2016
[Continue Reading]

2 Ekim 2015 Cuma

AFGANİSTANLI ÂLİM İbnü's-Semmâk Herevî

Allahü teâlânın bazı melekleri vardır, yeryüzünde dolaşırlar. Allahü teâlâdan ve peygamberinden, ahiretten bahseden yerleri araştırırlar.
İbnü's-Semmâk Herevî hazretleri hadis hafızı olup Sahîh-i Buhârî râvilerindendir. 356 (m. 967’de Afganistan’da Herat’ta doğdu. İlk tahsilinden sonra Bağdat'ta Dârekutnî ve Bâkıllânî, Şam’da Kilâbî, Mısır'da el-Kâtib, Mekke'de Dîneverî gibi zamanın en büyük âlimlerinden hadis öğrendi ve talebe yetiştirdi. 434 (m. 1043)’de Mekke'de vefat etti. Şöyle nakleder:
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki: “Allahü teâlânın günahları ve sevapları yazan meleklerinden, yani kiramen katibin meleklerinden başka melekleri de vardır. Bu melekler yeryüzünde dolaşırlar. Allahü teâlâdan ve peygamberinden, ahiretten bahseden yerleri araştırırlar. Böyle bir yer buldular mı; birbirlerine haber verirler. 'Buraya gelin, buraya gelin, burada Allahtan ve Peygamberden bahsediyorlar' derler. Melekler oraya gelirler, bir zarar gelmesin diye kanatlarıyla orayı ihata ederler, Arş'a kadar orayı muhafaza altına alırlar. Sonra Allahü teâlâ o meleklerine, 'kullarımı ne halde buldunuz?' diye sorar. Melekler, 'Yarabbi onlar senden bahsediyorlar' derler. Cenab-ı Hak, onlar 'beni gördüler mi ki, benden bahsediyorlar?' buyurur. 'Hayır' derler. 'Peki, görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. 'Yarabbi görselerdi daha çok zikrederler, yalnız Allah derlerdi' derler. Cenab-ı Hak meleklere, 'benim kullarım ne istiyor?' buyurur. 'Yarabbi bu kulların cehennemden korkuyorlar' derler. Cenab-ı Hak, 'onlar cehennemi gördüler mi ki; cehennemden korkuyorlar!' buyurur. 'Hayır görmediler' derler. 'Peki görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. Melekler, 'görselerdi, haram ve günahlardan daha çok sakınırlardı' derler. Allahü teâlâ, 'benim bu kullarım ne istiyorlar' buyurur. Melekler, 'Yarabbi onlar cennetini istiyorlar' derler. Allahü teâlâ meleklerine, 'Peki bu kullarım cenneti gördüler mi?' buyurur. 'Hayır görmediler' derler. 'Peki görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. Melekler, 'görselerdi, sana daha çok ibadet yaparlardı' derler.
Allahü teâlâ meleklerine, 'Şahit olun ki; orada bulunanların hepsini affettim. Hepsine cennetimi söz veriyorum' buyurur. Melekler, 'Yarabbi onların arasında birkaç kişi var ki, sohbetle alakası yoktur. Onlar başka bir maksatla gelmişlerdi. Onları ne yapacağız' derler. Allahü teâlâ, 'Onlar da benim misafirim olsun. Madem dostlarımın yanındalar, onları da affettim. Onları da cennetime aldım' buyurur.”
2.10.2015
[Continue Reading]

19 Aralık 2013 Perşembe

Abdullah bin Hasan - 19.12.2013

Abdullah bin Hasan rahmetullahi aleyh, Tebe-i tâbiînin hadis âlimlerindendir. Seyyid olup nesebi Hazret-i Hüseyin’e ulaşmaktadır. 69'da (689) Medine'de doğdu. Daha sonra Şam’a gitti. Ömer bin Abdülazîz katında büyük bir itibarı vardı. Abbasiler iktidara gelince Halife Mansur, Emevilere yakınlığını bahane ederek onu hapsettirdi. 145 (m. 762)’de hapishanede vefat etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Ensârdan Ebû Saîd (radıyallahü anh) anlatır: Çoluk-çocuk açlıktan muzdarip olduk. Ailemin de teşvikiyle Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bir şeyler istemeye karar verdim. Huzurlarına varınca ilk olarak şu mübârek sözlerini duydum: “Kimin gözü tok olursa, Allah onu zengin kılar. Kim iffetli olursa, Allahü teâlâ onun mükâfatını verir. Kim de bizden bir şey isterse, eğer bulabilirsek hiç esirgemeyiz.” Bu mübârek sözlerini duyunca, hiçbir şey istemeden Resûlullah efendimizin huzûrundan ayrıldım. Çok geçmeden durumumuz düzeldi öyle ki, Ensâr arasında malı en çok olan biz olduk.
Hazreti Ali (radıyallahü anh) rivâyet etti: Resûlullah efendimiz yatağında şöyle duâ ederdi: “Allahım, ben, idaren dışına çıkamayan bütün hayvanların şerrinden, senin kerîm olan cemaline, hükmüne ve ilmine sığınırım. Allahım, günahkârı da, borçluyu da sen meydana çıkarırsın. Allahım, sen ordunu hezimete uğratmazsın. Vaadinden dönmezsin. Senin kuvvetinin yerini hiçbir kuvvet tutamaz. Seni tesbih ederim, Allahım, sana hamd ederim.”
Hazreti Ali rivâyet etti: Bir gece Resûlullah efendimizin yanında kaldım. Namazı bitirip, yatağa girdiğinde şöyle dua ettiğini duydum: “Allahım, senin cezalarından, senin affına sığınırım. Allahım, ne kadar uğraşsam seni övmeye gücüm yetmez. Sen, kendini övdüğün gibisin.”
Ümmü Seleme (radıyallahü anha) anlatır. Sahabeden bir zat, Resûlullah efendimizin evinin yanında hapşırıp da “Elhamdülillah” deyince, Resûlullah efendimiz de ona “Yerhamükellah” diye dua buyurdular. Sonra bir başkası daha hapşırıp, “Âlemlerin Rabbi olan Allaha bol bol hamd ve şükür olsun” deyince de, Resûlullah efendimiz, “Bu, ötekinden ondokuz misli fazla sevap aldı” buyurdu.
19.12.2013
[Continue Reading]

18 Aralık 2013 Çarşamba

Seyyid Abdürrahim Bayrami - 18.12.2013

Seyyid Abdürrahim Bayrami hazretleri, Osmanlı velîlerindendir. Kayseri'de doğdu. Medrese tahsilin­den sonra Bayrâmiyye tarikatına inti­sap etti. İstanbul'a geldi. Sultan IV. Murad'ın iltifatını kazandı. 1047 (m.1638)’de İstanbul’da vefat etti. Kabri Üsküdar'da Mihrimah Sultan Medresesi'nin yanındadır. Sohbetlerinde, evliyanın büyüklerinden naklederek buyurdu ki:
“Ebû Abdullah Magribî buyurdu ki: İnsanların en aşağısı, zengine zengin olduğu için kıymet verip, onun karşısında zelîl olan kimsedir, insanların en kıymetlisi de, fakirlere hürmet edip tevâzu gösteren zenginlerdir.” “Ebû Bekr Verrâk buyurdu ki: İnsanlarda üç sınıf önemlidir; devlet adamları, âlimler ve zâhidler... Devlet adamları bozulunca, halkın huzûru bozulur. Âlimler bozulunca, halkın dîni zayıflar. Varını yoğunu Allah yolunda harcayan zâhidler bozulunca da, ahlâk fesada uğrar. Devlet adamlarının kötülüğü zulüm ile, âlimlerin bozukluğu hırs ve tamah ile, zâhidlerin bozulması da riya ile olur.” “Ebû Hafs-ı Haddâd en-Nişâbûrî buyurdu ki: Firâset sahibi olduğu iddiasında bulunmaya kimsenin hakkı yoktur. Yapılacak şey, başkasının firâsetinden sakınmak ve korunmaktır. Zîrâ Resûlullah (sallallahü aleyhi ve selem) Efendimiz; (Mü’minin firâsetinden korkunuz) buyurdu. Fakat firâset sahibi olmaya çalışın buyurmamışlardır. Şu hâlde firâsetten korunmak mevkiinde bulunan bir kimsenin, firâset davasında bulunması nasıl doğru olabilir?” “Ebû Osman Hayrî buyurdu ki: Zenginlerle sohbet ederken azîz, fakirlerle sohbet ederken alçak gönüllü ol. Zenginlere karşı izzetli davranman tevâzu, fakirlere karşı alçak gönüllü olman şereftir.”  
“Ebû Hasen bin Sâî buyuruyor ki: Ma’rifet; her durumda kulun, Allahü teâlânın vermiş olduğu ni’metlere şükretmede âciz olduğunu, genç ve kuvvetli olduğu zamanlarda ise zayıf olduğunu bilmesidir.” “Ebü’l-Hasen Bûşencî’ye, 'Kim mürüvvet sahibi değildir?' diye sordular. 'Allahü teâlânın kendisini gördüğünü bildiğini, kirâmen kâtibîn melekleri ile hafaza meleklerinin yanında bulunduklarını ve kendisini takip etmekte olduklarını bildiği hâlde, günâh işlemeye cür’et edebilen kimse, mürüvvet sahibi değildir' buyurdu."
18.12.2013
[Continue Reading]

Abdullah bin Haris - 17.12.2013

Abdullah bin Haris rahmetullahi aleyh, Tâbiînin büyük hadis âlimlerindendir.  8 (m. 629) senesinde doğdu. Ezvâc-ı tâhirattan Ümmü Habîbe'nin yeğenidir. Resûlullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” onu iki yaşında iken gördü ve hayır duada bulundu. Fakat küçük olduğu için Eshab-ı kiramdan sayılmadı. 84 (m.703) senesinde Umman’da vefat etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
“Bir mü’min bana salevât okuyunca, bir melek bana haber vererek, ümmetinden falan oğlu filân, sana selâm söyledi ve duâ etti der.” “Allahü teâlânın yeryüzünde dolaşan melekleri vardır. Bana ümmetimin okudukları salevâtları ulaştırırlar.” “Hayâtım, sizin için hayırlıdır. Bana anlatırsınız. Ben de size anlatırım, öldükten sonra, vefâtım da sizin için hayırlı olur. Amelleriniz bana gösterilir, iyi işlerinizi gördüğüm zaman, Allahü teâlâya hamd ederim. Kötü işlerinizi gördüğüm zaman, sizin için af ve mağfiret dilerim.” “Allahü teâlâ bana bir melek verdi. Ben vefât ettiğim zaman o, kabrim üzerinde durur. Bana birisi salât okuduğu zaman; 'Ey Ahmed! Falan oğlu filân sana salât okuyor' diyerek, onu ismi ve babasının ismi ile bildirir. Allahü teâlâ da salâtına (duâsına) karşılık, ona on salât (rahmet) eder.” “Cuma günü bana çok salât-ü selâm getirin. Okunan salevâtlar bana bildirilir. Kıyâmette bana en yakın olanınız, dünyâda bana en çok salevât-ı şerîfe getirenlerdir.” “Dünyâ, halvet ve yeşilliktir. Kim dünyâda helâlden kazanır ve yerinde harcarsa, Allahü teâlâ ona sevâblar verir ve onu Cennetine vâris kılar. Kim de helâl olmayan yerden kazanır da, harcarsa, Allahü teâlâ onu Cehennemine atar. Nice nefsinin haram isteklerine dalmış kimseler vardır ki, muhakkak bunlar kıyâmette Cehenneme atılacaklardır.” 
“Malın helâlden mi, haramdan mı geldiğini düşünmeyenler, Cehenneme neresinden atılırsa atılsınlar, Allahü teâlâ onlara acımayacaktır.” “Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. Cuma günü bana çok salât okuyunuz. Çünkü okuduğunuz salâtlarınız bana arz edilir.” Bunun üzerine Eshâb-ı Kirâm;
-Yâ Resûlallah! Bizim salâtımız, vefâtınızdan sonra da mı size arz edilir? dediler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Toprak, peygamberlerin vücûdunu çürütmez” buyurdu...
17.12.2013
[Continue Reading]

Himmetzade Abdullah Efendi - 16.12.2013

Himmetzade Abdullah Efendi, Osmanlı âlimlerinden olup, Bayrâmiyye şeyhlerinden Himmet Efendi'nin oğludur. 1050 (m. 1640)’da İstanbul'da doğdu ve tefsir ve hadis ilimlerinde tahsil yaptı. Bayrâmiyye tarikatına intisap ede­rek babasına mürid oldu. İstanbul’un çeşitli camilerinde vaizlik yaptı. Sultan II. Mustafa'nın Avusturya seferi­ne ordu vaizi olarak katıldı. 1122 (m. 1710)’de İstanbul’da vefat etti. Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), hayatını konu alan Gencîne-i İ'câz isimli eserinde şöyle anlatır:
İbn-i İshâk “Sîret’in-nebî” kitabında şöyle nakleder: Resûlullah efendimiz, Miracını anlatırken, Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği gibi, Mescid-i Aksâ’ya uğradıklarını söyledi. Kureyşliler, Onun Mescid-i Aksâ’yı dahâ önce görmediğini biliyorlardı. Mescid-i Aksâ’nın şeklini sordular. O sırada Cebrâîl “aleyhisselâm” Mescid-i Aksâ’yı Resûlullah efendimizin gözlerinin önüne getirdi. Sorulan şeylere Mescid-i Aksâ’yı seyrederek cevap verdi. Ayrıca Kureyşlilerin Şam’a gitmiş olan bir kervanından haber sordular. “Kervan yoldadır. Ben onlara uğradığım zaman, falan kişi deve üstünde oturmuştu. Hava soğuk idi. Kölesinden kilim istedi. Ben susamıştım. Falan kimsenin bardağından su içtim. Bir kimse bir şey kaybetmişti. Onu arayıp buldular. Bizim Burak’ımızdan kervandaki develer ürktü ve etrafa dağıldılar. Eğer develeri toplamak için çok oyalanmazlarsa, falan gün güneş doğarken Mekke’ye gelirler” buyurdu. Kervanın geleceğini söylediği gün müşrikler iki grup oldular. Bir gurubu kervanın geleceği tarafı, bir grup da güneşin doğacağı tarafı gözetlemeye başladılar...
Kervanı gözetleyenler aniden, "işte kervan geldi2 diye bağrıştılar. O ânda güneşin doğuşunu gözetleyenler de, "işte güneş doğuyor" diye bağrıştılar. Kervanı karşıladılar ve anlatılanları ve başlarından geçen hâdiseleri tek tek sordular. Hepsinin doğru olduğunu öğrendiler. Fakat inâtlarından ve kibirlerinden dolayı iman etmediler. İnkârları ve kibirleri arttı. “Allahü teâlânın dalâlette bıraktığını, kimse hidayete erdiremez.” Yûnüs bin Bükeyr, İbn-i İshâk’ın siretine ilâveten şöyle demiştir: O gün güneşin doğması, kafilenin gelmesine kadar Allahü teâlâ tarafından geciktirilmiştir...
16.12.2013
[Continue Reading]

Abdullah Ezdî hazretleri - 15.12.2013

Abdullah Ezdî rahmetullahi aleyh, hadis hafızı, yani yüz bin hadis-i şerifi, ravileriyle birlikte ezbere bilen âlimlerdendi. 145'te (m. 762) Horasan’da doğ­du. 221 (m.836)’da orada vefat etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Resûl-i ekrem efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) , ihlas ile amel etmek hakında buyurdu ki: “Kulların amellerinin karşılığını görecekleri günde Allahü teâlâ buyurur ki: Dünyâda amellerinizi kime göstermek için yaptınızsa, onların yanına gidiniz. Bakın bakalım onların indinde amellerinize karşılık var mı?” “Kim işlediği bir hayrı, ikbâl için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Her kim de işlediği hayrı gösterirse, Allahü teâlâ da onun riyakârlığını teşhir eder.” “Çok oruç tutan vardır ki, orucundan kendisine faydası; yalnız açlık ve susuzluk çekmesidir. Nice gece namazı kılanlar vardır ki, gece namazının kendisine faydası; yalnız uykusuz kalmasıdır.” “Gösteriş ve şöhret için amel işleyen kimse, kesesini çakıl taşları ile dolduran bir kimse gibidir. Bu kimse, bunlarla bir şeyler satın almak için çarşıya gider. Satıcının önünde kese açıldığında bir de ne görsünler; çakıl taşları! Satıcı, bu çakıl taşlarını onun yüzüne çarpar. Bu kimsenin kesesinde, insanların kendisi hakkında söyledikleri sözlerden başka bir şey yoktur. Bu kese, bir şey kazandırmaz ve ona bir şey getirmez. İşte, riya ve şöhret için amel edenlerin durumu da böyledir. Onların böyle olan amellerinden kazançları, sâdece insanların sözüdür. Âhırette böyle amellere sevâb verilmez.” 
Fültân bin Âsım şöyle anlattı: “Resûl-i ekrem efendimiz ile beraber idik. Bu sırada Resûlullah efendimizin yanına birisi geldi. Ona: 'Sen Tevrat okur musun?' buyurdu. O şahıs; 'Evet' dedi. 'İncil okur musun?' buyurdu. O şahıs yine, 'Evet' dedi. Sonra; 'Allah aşkına, Tevrat ve İncil’de beni görüyor musun?' buyurdu. O şahıs; 'Senin sıfatını, memleketinden çıkarılışının aynısını orada okuyoruz. Fakat biz, Tevrat ve İncil’de bildirilen Peygamberin bizden çıkacağını ümid ediyorduk. Sen Peygamber olarak çıkınca, senin Tevrat ve İncil’de bildirilen Peygamber olmandan korktuk. Fakat neticede, o müjdelenen Peygamberin sen olduğunu gördük' dedi."
15.12.2013
[Continue Reading]

Seyyid Osman Efendi - 14.12.2013

Seyyid Osman Efendi Çorum'da yaşamış olan İslam âlimlerindendir. "Hoşafçızade" diye meşhurdur. 1186 (m. 1772) tarihinde vefat etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Her Müslümanın, her gün vakitleri gelince beş kere namaz kılması farzdır. Namazları farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine dikkat ederek ve gönlünü Allahü teâlâya vererek, vakitleri geçmeden kılmalıdır. Namaz ibadetlerin en üstünüdür, imandan sonra, en kıymetli ibadet namazdır. Kıyamette evvela namaz sorulacaktır. Namaz doğru ise diğerlerinin hesabı Allahü teâlânın yardımı ile kolay geçecektir.
Bir hadîs-i şerifte, (Mü'min ile kâfiri ayıran fark, namazdır) buyuruldu. Yani, mü'min namaz kılar. Kâfir, kılmaz. Münafıklar ise, bazen kılar, bazen kılmaz. Münafıklar, Cehennemde çok acı azap görecektir. Beş vakit namazı, gevşek ve tembel olmaksızın, tadil-i erkân ile kılmalıdır. Namazı doğru ve iyi kılan bir kimse Müslümandır. Namazı doğru kılmayan veya hiç kılmayan kimsenin Müslümanlığı şüphelidir. Bir kimse, namazı doğru ve iyi kılınca, İslâm ipine yapışmış olur. Müfessirlerin şâhı, Abdullah ibn-i Abbâs "radıyallahü anhümâ" diyor ki: Resûlullahtan "sallallahü aleyhi ve sellem" işittim. Buyurdu ki: “Namaz kılmayanlar, kıyamet günü Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır.”
Namazı cemaatle kılmalıdır. Bir kimse cemaatle iki rekat namaz kılsa yalnız başına yirmi yedi rekat kılsa yine cemaatle kıldığı iki rekatin sevabı ondan fazladır. Bir rivayette yalnız başına bin rekat namaz kılsa yine cemaatle kılınan iki rekatin sevabı daha ziyadedir. İmam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabı hakkında Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Ey benim ümmet ve ashabım! yedi kat yerler ve yedi kat gökler kâğıt olsa ve deryalar mürekkep olsa ve bütün ağaçlar kalem olsa ve cümle melâike katip olsa ve kıyamete kadar yazsalar yine imam ile alınan iftitah tekbirinin sevabını yazamazlar." Bu faziletler fâsık ve bid'at ehli olmayan imamın cemaati içindir. Selef-i sâlihin (Eshâb-ı kirâm, tâbiîn ve tebe-i tabiînin) büyükleri, cemaatin birinci tekbirini kaçıran kimseye taziyede bulunurlardı. Eğer cemaati kaçırsa idi, taziyeleri yedi gün devam ederdi.
14.12.2013
[Continue Reading]

Seyyid Mahmud Efendi - 13.12.2013

Seyyid Mahmud Efendi, Osmanlı âlimlerindendir. Azerbaycan’da Urmiye şehrinde doğdu. Babası Nakşibendî meşâyıhından Seyyid Ahmed Efendi’dir. Babasından zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil ederek irşâd izni aldı. Babasının vefatından sonra Diyarbakır’a gelip halkı irşad etti. Sultan IV. Murad, Revan Seferi sırasında şeyhi ziyaret ederek duasını aldı ve sefere beraberinde götürdü. Mahmud Efendi 1048 (m.1638)’de Diyarbakır’da vefat etti. Bir dersinde buyurdu ki:
İslâm bilgilerinin kaynağı dörttür. “Edille-i Şer’iyye” denilen bu dört kaynak şunlardır; 1-Kur’an-ı kerîm: Dinî hükümlerin birinci derecede kaynağıdır. 2- Sünnet: Peygamber Efendimizin işleri, sözleri ve görüp de mâni olmadıkları şeylerdir. 3-İcmâ: Bir asırdaki müctehid âlimlerin bir meselenin hükmü için söz birliği etmeleridir. 4-Kıyas: Müctehid âlimlerin, dinde hükümleri açıkça bildirilmeyen işlerin hükümlerini açıkça bildirenlere benzeterek anlamalarıdır. Bu dört ana delilden çıkarılan bilgilerin tamamına fıkıh bilgileri denir. Bu bilgileri ilmihâl kitapları lüzumu kadar açıklamaktadır.
İslâm bilgilerine iman edip de, Allahü teâlânm rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan Müslümâna (salih) denir. Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmış olana (ârif) veya (velî) denir. Başkalarının da bu sevgiyi kazanmalarına vâsıta olan velîye (mürşid) denir. Bu mübarek, seçilmiş insanların hepsine (sâdık) denir. Bunların hepsi sâlihtir. Salih mü’min Cehenneme hiç gitmeyecektir. Kâfir, muhakkak Cehenneme gidecektir. Cehennemden hiç çıkmayacak, sonsuz azap görecektir. Kâfir iman ederse, bütün günahları hemen affolur. Fâsık, tövbe edip, ibadetleri yapmağa başlarsa, Cehenneme girmeyecek, salih mü’min gibi, doğru Cennete gidecektir. Tövbe etmezse, ya şefaat ile veya sebepsiz affolup, doğru Cennete gidecek, yahut Cehennemde günahları kadar yandıktan sonra, Cennete girecektir.
İslâmiyetin emrettiği gibi iman edip bu iman ile ölenler, âhirette Cennet’e gidecektir. Cennet, Allahü teâlâ’nın âhirette Müslümanları ebediyyen sayısız nimetlerle mükafatlandıracağı yerin adıdır. İman etmeyenler ve imansız olarak ölenler, Cehennemde ebediyyen cezalandırılacaklardır.
13.12.2013
[Continue Reading]

Hafız Mehmed Ali Efendi - 12.12.2013

Hafız Mehmed Ali Efendi son devir Osmanlı âlimlerindendir. 1865 yılında Harput’un Gözebaşı Köyü'nde doğdu. İlk tahsilini köyde yaptıktan sonra Harput'taki Kâmil Paşa Medresesi'ne devam etti. Beyzade Efendi ile sohbetlere katılarak tasavvufta yükseldi. 1928 yılında vefat etti. Bir sohbetinde “Kabir halleri” hakkında şunları anlattı:
Mevtâlar çok defa rüyada görülüp, hâlleri sorulmuş ve cevaplar alınmıştır. Bunlardan birisine hâli sorulunca, (Bir gün abdestsiz namaz kılmış idim. Allahü teâlâ, bana bir kurtcağız musallat etti. Onunla hâlim pek fenadır) dedi. Bir diğeri de, rüyâda görülüp, Allahü teâlâ sana ne muamele buyurdu diye sorulunca, (Bir gün cenâbetten gusletmemiştim. Allahü teâlâ, ateşten bir elbise giydirdi. Onun içinde, kıyâmete kadar bir yerden bir yere çevirerek bana azap ediyorlar) dedi. Bir diğeri de, rüyada görülüp, Allahü teâlâ sana ne muamele buyurdu diye sorulunca, (Beni yıkayan kimse, bir taraftan bir tarafa şiddet ile çevirirken, teneşirdeki demir çivi vücudumu tırmaladı. Bundan çok zahmet çektim) dedi. Sabah olunca, yıkayan kimseden sorulunca, (İstemeyerek böyle bir şey olmuştu) dedi. Bir başkası da, rüyada görülüp, hâlin nasıldır, sen ölmemiş miydin? diye sorulunca, (Evet, ben hayr üzereyim, lâkin üzerime toprak atılırken, bir taş düşüp, iki kemiğimi kırdı. Bana çok sıkıntı verdi) dedi. Bunun üzerine kabrini açtılar. Dediği gibi buldular. Bir kimse oğluna, rüyasında gelip, (Ey fena oğul! Babanın kabrini düzelt! Zira yağmur çok eza verdi) dedi. Bunun da kabrini açtılar, sel doldurmuş idi.
Peygamber efendimiz valideleri Hazreti Âmine'nin kabrini ziyaret ettiklerinde ağladılar. Yanlarında bulunanları da ağlattılar. Buyurdular ki, (Rabbimden bunun için mağfiret talep etmeye izin istedim. İzin vermedi), sonra (Kabrini ziyaret etmek için izin istedim, izin verdi. Öyle ise, siz de kabirleri ziyaret ediniz! Zira, ziyaret ölümü hatırlamaya sebeptir.) [Resûlullaha, mübârek anasına, babasına mağfiret için sonradan izin verildi. Zaten mümin idiler. Sonradan diriltilip, bu ümmetten de oldular].
Vefat ederken şu şiiri söyledi: "Dünya kalsa, Peygamber’e kalırdı/Can satılsa, Karun gider alırdı/Ecele çareyi Lokman bulurdu/Buna ölüm derler, yoktur çaresi."
12.12.2013
[Continue Reading]

İbrahim Şevki Efendi - 11.12.2013

 İbrahim Şevki Efendi son devir Osmanlı âlimlerindendir. 1834’de Bolu’da doğdu. Orada tahsilini tamamladıktan sonra Şabaniye yolu şeyhlerinden Rahmi Efendi'ye intisab etti. Daha sonra Kastamonu’ya davet edilerek Şeyh Şaban-ı Veli dergâhının şeyhi olarak tayin edildi. 1897’de Kastamonu’da vefat etti. Bir sohbetinde buyurdu ki:
İslam dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum hâlinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem vermiştir. Bunun çeşitli yönleri ve dereceleri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:
1) Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalbli olmak. Bir Müslüman daima güler yüzlü bulunur. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Şüphe yok ki, Allah yumuşak huylu, açık yüzlü kimseyi sever."
2) Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Müslüman odur ki, dilinden ve elinden Müslümanlar selamette bulunur.
3) İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak. Bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki: "Sıddîkların derecelerine geçmek istersen, senden ilgiyi kesene bağlan, senden esirgeyene sen ver, sana zulmedeni de bağışla."
4) Dargınlığa hemen son vermek. Müslümanlar arasında bir dargınlık olursa hemen barışırlar, birbirlerinden üç günden ziyade ayrı kalmazlar. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Üç günden ziyade kardeşine dargın kalmak bir Müslümana helal olmaz." 
5) İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar. Buna aykırı hareket dinde yasaktır. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: "Bir kul bir kulun kusurunu örterse, Allahü teala da onu kıyamette örter. (günahlarını açığa vurmaz)."
6) Dostları arkalarından savunma. Bir Müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Bir kul kardeşine yardımda bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder."
11.12.2013
[Continue Reading]

10 Aralık 2013 Salı

İbrahim Şevki Efendi - 11.12.2013

İbrahim Şevki Efendi son devir Osmanlı âlimlerindendir. 1834’de Bolu’da doğdu. Orada tahsilini tamamladıktan sonra Şabaniye yolu şeyhlerinden Rahmi Efendi'ye intisab etti. Daha sonra Kastamonu’ya davet edilerek Şeyh Şaban-ı Veli dergâhının şeyhi olarak tayin edildi. 1897’de Kastamonu’da vefat etti. Bir sohbetinde buyurdu ki:
İslam dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum hâlinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem vermiştir. Bunun çeşitli yönleri ve dereceleri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:
1) Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalbli olmak. Bir Müslüman daima güler yüzlü bulunur. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Şüphe yok ki, Allah yumuşak huylu, açık yüzlü kimseyi sever."
2) Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Müslüman odur ki, dilinden ve elinden Müslümanlar selamette bulunur.
3) İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak. Bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki: "Sıddîkların derecelerine geçmek istersen, senden ilgiyi kesene bağlan, senden esirgeyene sen ver, sana zulmedeni de bağışla."
4) Dargınlığa hemen son vermek. Müslümanlar arasında bir dargınlık olursa hemen barışırlar, birbirlerinden üç günden ziyade ayrı kalmazlar. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Üç günden ziyade kardeşine dargın kalmak bir Müslümana helal olmaz." 
5) İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar. Buna aykırı hareket dinde yasaktır. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: "Bir kul bir kulun kusurunu örterse, Allahü teala da onu kıyamette örter. (günahlarını açığa vurmaz)."
6) Dostları arkalarından savunma. Bir Müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Bir kul kardeşine yardımda bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder."
11.12.2013
[Continue Reading]

Ömer Naimi Efendi - 10.12.2013

Ömer Naimi Efendi Osmanlı âlimlerindendir. 1190’da (m. 1802) Harput'ta doğmuş ve 1261 (m. 1883)’de orada vefat etmiştir. Oğluna şu nasihatleri yapmıştır:
Evine Besmele ile gir! Eğer zamanın müsâit ise, İhlâs sûresini oku! Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: (Eve girerken İhlâs-ı şerifi okuyan, yoksulluk görmez!)  Eve girerken sağ ayağınla içeriye gir ve selâm ver! Evde kimse yoksa, şu şekilde selâm verebilirsin: “Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn.” Bununla berâber, bir kere (Kulhüvallâhü) sûresini ve bir kere de (Âyetelkürsî)yi okursan evine şeytan giremez. Her neye başlarsan Besmele ile başla! İşe ve yemeye sağ elinle başla! Yemeye hep berâber otur. Yemekten sonra, duâ ve (Kulhüvallâhü) sûresini oku! Yemekten sonra bir saat geçmeyince su içme, vücûda iyi değildir. Yatağa yatacağın zaman Tebâreke sûresini oku! Peygamberimiz buyurdu ki: (Yatarken Tebâreke sûresini okumadan yatma! Zîrâ ölürsen kabirde sana yoldaş olur. Her gece Tebâreke sûresini okuyan kimse, Kadr gecesini ihyâ etmiş gibi sevaba nâil olur.) Bir gece Sultan-ı Enbiyâ, Hazreti Âişe'ye dedi ki: (Yâ Âişe! Kur'an-ı kerimi hatmeyle, bütün Peygamberleri kendine şefaatçi ve bütün müminleri kendinden hoşnut edersin.) Hazreti  Âişe: Anam-babam sana feda olsun! Az bir zaman içinde bunları nasıl yapabilirim? Sultan-ı Enbiyâ buyurdu ki: (Yâ Âişe, üç kere “Kulhüvallâhü” sûresini oku. Kur'an-ı kerimi hatmetmiş gibi olursun. Bir kere “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ cemî'il Enbiyâi velmürselîn” de, bütün peygamberler senden râzı olsun. Bir kere de “Allahümmağfirlî ve li vâlideyye ve lil mü'minîne vel mü'minât vel müslimîne vel müslimâti el ahyâi minhüm vel emvât” de, bütün müminler senden râzı olur. Bir kere de “Sübhânellahi vel hamdü lillahi ve lâilâhe illâllahü vellâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” de ki, Allahü teâlâ hazretleri senden râzı olsun.)
Sultan-ı Enbiyâ hazretleri buyurdu ki: (Hak teâlâ hazretlerinin üç ismi vardır ki, dilde hafif, terâzîde ise çok ağırdır. “Sübhânallahi vel hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâbillahil aliyyil azîm.” Bunun her bir kelimesine yüz sevap verilir.) 
10.12.2013
[Continue Reading]

8 Aralık 2013 Pazar

Evliyazade Mehmed Efendi - 09.12.2013

Evliyazade Mehmed Efendi Osmanlı âlimlerindendir. 1845’te Kastamonu’da doğdu. Kavukçuzade Hamdi Efendiye intisab ederek Nakşibendi hilafeti aldı. 1902‘de hacca gitti ve Mekke’de vefat etti. Bir sohbetinde İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubatından şunları anlattı:
Vaazların özü ve nasihatlerin kıymetlisi, Allah adamları ile buluşmak, onlarla birlikte bulunmaktır. Allah adamı olmak ve İslamiyete yapışmak da, Müslümanların çeşitli fırkaları arasında, kurtuluş fırkası olduğu müjdelenmiş olan, Ehl-i sünnet vel-cemaatin doğru yoluna sarılmaya bağlıdır. Bu büyüklerin yolunda gitmedikçe, kurtuluş olamaz. Bunların anladıklarına tâbi olmadıkça, saadete kavuşulamaz. Bu büyüklerin doğru yolundan pek az ayrılmış olan bir kimse ile arkadaşlık etmeyi, öldürücü zehir bilmelidir. Onunla konuşmayı, yılan sokması gibi korkunç görmelidir. Allah’tan korkmayan ilim adamları, hangi fırkadan olursa olsun din hırsızlarıdır. Bunlarla konuşmaktan, arkadaşlık etmekten de sakınmalıdır. Dinde hâsıl olan bütün fitneler, bu azılı din düşmanlığı, hep böyle kimselerin bıraktıkları kötülüktür. Dünyalık ele geçirmek için, dinin yıkılmasına yardım ettiler. Bekara sûresinin onaltıncı âyet-i kerimesinde meâlen, (Hidâyeti vererek, dalâleti satın aldılar. Bu alışverişlerinde bir şey kazanmadılar. Doğru yolu bulamadılar) buyuruldu. Bu ayet-i kerime, bunları bildirmektedir. İblis’in rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi aldatmakla uğraşmadığını gören bir zat, (Niçin insanları aldatmıyorsun, boş oturuyorsun?) deyince, (Bu zamanın kötü din adamları, benim işimi çok güzel yapıyorlar, insanları aldatmak için bana iş bırakmıyorlar) demişti...
Oradaki talebeden, Mevlânâ Ömer, iyi yaratılışlıdır. Yalnız, kendisine arka olmak, doğruyu söylemesi için kuvvetlendirmek lâzımdır. Hâfız imam da, aklını fikrini dinin yayılmasına vermiştir. Zaten her Müslümanın böyle olması lâzımdır. Hadis-i şerifte, (Kendisine deli denilmeyen kimsenin îmanı tamam olmaz)buyuruldu. Biliyorsunuz ki, bu fakir, söyleyerek ve yazarak, iyi kimselerle konuşmanın önemini anlatmaya uğraşıyorum. Kötü kimselerle arkadaşlıktan kaçınmasını tekrar tekrar bildirmekten usanmıyorum. Çünkü, işin temeli bu ikisidir...
09.12.2013
[Continue Reading]

Abdülgaffar Efendi - 08.12.2013

Abdülgaffar Efendi, Kanuni Sultan Süleyman devri âlimlerinden olup, Mudurnuludur. Tahsil yapmak üzere İstanbul’a daha sonra da Edirne’ye gitti. Orada Şeyh Ramazan Efendiye mürid olup, büyük derecelerde yükseldi. Şeyhinden icazet aldıktan sonra Mudurnu’ya geldi ve 933 (m. 1527)’de vefat etti. Bir dersinde şunları anlattı: Kabir hayatına inanmak lazımdır. Ölenler, bizim bilmediğimiz bir şekilde işitir ve haber alırlar, dirilerin işlerinden haber sorarlar. Dirilerin sözlerini ve işlerini anlarlar. Amr bin Dînâr diyor ki: “İnsan ölünce, geride bıraktıklarındaki olan bitenleri bilir. Kendisini yıkadıklarını ve kefenlediklerini görür. Onlara bakar.” Sa’b bin Cüsâme ile Avf bin Mâlik, birbiri ile âhıret kardeşi oldular. Hangimiz önce ölürsek, rüyada görünelim dediler. Sa’b önce öldü. Avf’a rüyasında göründü. Avf sordu: “Allahü teâlâ sana ne yaptı?” O da; “Af eyledi” dedi. Konuşmalarının sonunda, Sa’b; “Kardeşim! Ben öldükten sonra, bana yakın olanların yaptığı her şey bana bildiriliyor. Hatta kedimizin, şu kadar gün önce öldüğünü haber aldım. Kızım, altı güne kadar ölecektir. Ona vasî ol” dedi. Rüyâda söylediği gibi oldu.” İbn-i Ebiddünyâ, Sadaka bin Süleymân Ca’ferî’den bildiriyor ki: “Bir kötü huyum vardı. Babamın ölümünden sonra, pişman oldum. Bu taşkınlıklarımdan vazgeçtim. Bir aralık bir kabahat yaptım. Babamı rüyada gördüm. Bana; 'Ey oğlum! Senin güzel işlerinle, kabrimde rahat ediyordum. Yaptığın işler bize gösteriliyor. İşlerin, salihlerin amellerine benziyor. Fakat son yaptığından dolayı çok üzüldüm, utandım. Yanımdaki mevtalar arasında beni utandırma' dedi.” Bu haber, yabancı mevtaların da, dünyadaki işleri anladıklarını gösteriyor. Çünkü, çocuğun işleri babasına gösterildiği zaman, babası oğluna, beni yanımdaki ölülere utandırma demektedir. Yabancı ölüler, çocuğun işlerinin babasına gösterildiğini anlamasalardı, babası rüyada böyle söylemezdi. Hadîs-i şerîfte; “Ölülerinizin kefenini güzel yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler ve övünürler” buyuruldu. Müslim’deki hadîs-i şerîfte de; “Kardeşinin cenaze işini görenleriniz, kefenini güzel yapsın” buyuruldu. Çünkü meyyitler birbirini ziyaret ederler ve övünürler" buyuruldu.
08.12.2013
[Continue Reading]

Şeyh Tâc Nakşibendî - 07.12.2013

Şeyh Tâc Nakşibendî rahmetullahi aleyh, Hindistan'ın büyük velîlerinden olup, Hâce Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin en yüksek talebelerindendir. Hazret-i Hâce'nin sohbetine, husûsî teveccühlerine ve mahrem halvetlerine kavuştu. Hâce Muhammed Bâkî-billah vefât edince, Şeyh Tâc şaşkına döndü. Sonra hacca gitti. Mekke-i Mükerreme’ye vardı. 1641’de (H.1050) Mekke-i mükerreme’de vefât etti. Vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Bu yolun büyüklerinin halka teveccühleri, yani halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi değildir. Halk, birbiri ile görüşürken, birbirlerine, yani Allahü teâlâdan başkasına, düşkün, bağlı bir hâldedir. Bu büyükler ise, halk ile görüşürken, bunlara bağlı değildir. Çünkü bu büyükler, daha ilk adımda, Allahü teâlâdan başka şeylere bağlı olmaktan kurtulmuş, halkın Hâlıkına bağlanmışlardır. Bunların halk ile görüşmesi, halkı, Hakka doğru çekmek içindir. Allahü teâlânın beğendiği yola getirmek içindir.
İnsanları Allahü teâlâdan başka şeylere kul, köle olmaktan kurtarmak için, onlarla görüşmek, kendini Hak ile bulundurmak için olan görüşmekten elbet daha üstün, daha kıymetlidir. Meselâ, bir kimse, Allahü teâlânın ismini söylerken, bir kör geçse ve önünde kuyu olsa ve bir adım atınca kuyuya düşecek olsa, bu kimsenin, Allahü teâlânın ismini söylemeye devam etmesi mi efdaldir, yoksa söylemeyi bırakıp, körü kuyudan kurtarması mı kıymetlidir? Şüphesiz körü kurtarması, zikr-i ilâhîden daha iyidir. Çünkü Allahü teâlânın, ona ve onun zikrine ihtiyacı yoktur. Kör ise muhtaç bir kuldur. Bunu zarardan kurtarmak lâzımdır. Hele, kurtarmayı İslamiyet de emrettiği için, onu kurtarmak, zikirden daha mühimdir. Çünkü emre de uyulmuş olur.
Zikretmekte, yalnız Hak teâlânın hakkı vardır. Onun emri ile körü kurtarmakta, iki hak yerine getirilmiş olmaktadır. Biri kul hakkı, biri de Yaratanın hakkı. Hatta bu hâlde zikre devam etmek, belki günah olur. Çünkü zikir her vakit iyi olmaz. Bazen zikretmemek güzel olur. Yasak edilen günlerde ve haram olan vakitlerde oruç tutmamak ve namaz kılmamak, oruç tutmaktan ve namaz kılmaktan daha iyidir.
07.12.2013
[Continue Reading]

6 Aralık 2013 Cuma

Şeyh Sühreverdî - 06.12.2013

Şeyh Sühreverdî hazretleri Tokat evliyasındandır. 1335 yılında vefat etmiştir. Türbesi Turhal'dadır. Bir dersinde buyurdu ki:
Haram lokma yememek için, alışveriş bilgilerini iyi öğrenmelidir. Şüpheli şeylerden kaçınmalıdır. Harama yaklaşan zaten âsî, fâsık olur. Şüphe ettiği şeyleri ehl-i sünnet kitaplarından öğrenmelidir. Kalbine sıkıntı getiren şüpheliyi almamalıdır. Zalimlere, fasıklara veresiye satmamalıdır. Çünkü öldükleri zaman üzülür. Hâlbuki zalimler, yani Müslümanlara ve İslamiyete eli ile, dili ile, kalemi ile zarar yapanlar ölünce üzülmek günahtır. Onlara yardım etmek câiz değildir... Meselâ, din ile alay edenlere, yalan yanlış kitaplar yazarak dîni yıkmaya uğraşanlara kâğıt satmak günâhtır. Velhâsıl, herkesle muamele etmemelidir. Doğru insan aramalıdır. Bir zaman vardır ki, bir tacir, her istediği ile muamele edebilirdi. Çünkü herkes alışveriş ilmini biliyor ve bildiğine göre hareket ediyordu. Sonraları öyle zamanlar geldi ki, birkaç kişi ile muamele edilemezdi. Daha sonraları ise, ancak birkaç kimse ile muamele edilebilir oldu. Bir zaman gelmek korkusu vardır ki, alışveriş edecek kimse bulunamayacaktır. Bunu çok zaman önce, söylemişlerdir. Bizler, belki de, büyüklerimizin korktuğu o zamana kaldık.
Kim ile olursa olsun, alışveriş edilmektedir. Câhil hâfızlar, yangına körükle gidip, (Bugün dünyanın her tarafı böyle oldu. Her yerdeki mala haram karıştı. Haramdan kurtulmak imkânsız oldu) diyorlar. Bu söz, çok yanlıştır. Hiç de dedikleri gibi değildir.
Alışveriş yaptığı kimse ile olan sözlerini, hareketlerini, aldığını, verdiğini iyi ve doğru hesap etmelidir. Kıyamette, bunların hepsinden hesap vereceğini bilmelidir. Büyüklerden biri, bir bakkalı rüyada görüp, Allahü teâlâ sana ne yaptı dedi. Önüme elli bin sahife koydular. Yâ Rabbî! Bu sahifeler kimlerindir dedim. Elli bin kişi ile alışveriş yapmışsın. Her sahife, bunların birisi ile olan muameleni göstermektedir dediler. Baktım, her sahifede bir kimse ile olan muamelemin inceden inceye yazılmış olduğunu gördüm, dedi. Bir kuruş hile yapan, bir kuruş hak yiyen, cezasını çekecektir ve hiçbir şeyin yardımı olmayacaktır.
06.12.2013
[Continue Reading]

5 Aralık 2013 Perşembe

Kutbeddin Efendi - 05.12.2013

Kutbeddin Efendi rahmetullahi aleyh, Samsun evliyasındandır. Seyyid olup türbesi, Samsun Eski Mezarlık'ta kendi ismini taşıyan câminin yanındadır. 1870 senesinden sonra vefat etti. Bir sohbetinde buyurdu ki:
Bir hadîs-i şerîfte, (Helale, harama dikkat ederek çalışıp kazanan kimseyi, Allahü teâlâ çok sever). Bir hadîs-i şerîfte, (Bir dirhem gümüş kıymetinde harâm alan kimseyi, yirmibeşbin sene Cehennemde bırakacaklardır) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Bir zaman gelecek ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp, helâlini, haramını düşünmeyecekler). O hâlde, bir Müslüman, her aldığını, helâl mi, haram mı düşünmeli, haram ise almamalıdır. Aldığı şeyde hakkı olanlara vermeyi, fakirlere, gariplere yardım etmeyi düşünmelidir. Çünkü insanların iyisi, insanlara iyilik edendir. İnsanların kötüsü, insanlara kötülük edendir...
İnsan, kazandığına kanaat etmeli, Allahü teâlânın taksimine râzı olmalıdır. (Kanâ’at eden doyar) buyuruldu. Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını helâlden kazanmak, kimseye muhtaç kalmamak, cihâd etmektir. Birçok ibâdetlerden dahâ sevaptır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir sabâh, Eshâbı ile konuşurken, kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçti. Bazıları, erkenden dünyâlık kazanmaya gideceğine, buraya gelip birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu, deyince, Resûlullah efendimiz, (Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak ve ana, baba, çoluk çocuğunu da muhtaç etmemek için gidiyorsa, her adımı ibâdettir. Eğer, herkese övünmek, keyif sürmek niyetinde ise, şeytânla berâberdir) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte, (Bir Müslümân, helâl kazanıp, kimseye muhtâaç olmaz ve komşularına, akrabâsına yardım ederse, kıyâmet günü, ayın ondördü gibi parlak, nûrlu olacaktır). Bir hadîs-i şerîfte, (Doğru olan tüccâr, kıyâmette sıddîklarla ve şehîdlerle berâber olacaktır). Bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, san’at sâhibi mü’mini sever). Bir hadîs-i şerîfte, (En helâl şey, san’at sâhibinin kazandığıdır). Bir hadîs-i şerîfte, (Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticârettedir). Bir hadîs-i şerîfte de (Kendini başkasından sadaka isteyecek hâle düşüreni, Allahü teâlâ yetmiş şeye muhtaç eder) buyuruldu.
05.12.2013
[Continue Reading]

4 Aralık 2013 Çarşamba

Abdülkadir Muhâcir - 04.12.2013

Abdülkadir Muhâcir rahmetullahi aleyh, Kuzey Irak'ta yetişen evliyâdandır. 1796 (H.1211)’de Senendec’de doğdu 1886 (H.1304)’de Süleymâniye’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Bütün ibadetler namaz içinde toplanmıştır. Kur’ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek, Resûlullaha salevât söylemek ve günâhlara istiğfâr etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü teâlâdan isteyerek Ona dua etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû hâlinde, cansızlar da namazda oturur gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ibadetlerinin hepsini yapmaktadır. Namaz kılmak, miraç gecesi farz oldu. O gece, mi’râc yapmakla şereflenen, Allahın sevgili Peygamberine uymayı düşünerek namaz kılan bir Müslüman, O yüce Peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makamlarda yükselir. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu ümmete merhamet ederek, büyük ihsânda bulunmuşlar, namaz kılmayı farz etmişlerdir. Namaz kılarken hâsıl olan safâ ve huzur şaşılacak şeydir. Namaz kılarken Allahü teâlâyı görmek mümkün değil ise de, görür gibi bir hâl hâsıl olmaktadır. Bu hâlin hâsıl olduğunu tasavvuf büyükleri söz birliği ile bildirmişlerdir.
İslâmiyetin başlangıcında namaz Kudüs’e karşı kılınırdı. Beyt-ül-mukaddese karşı kılmayı bırakıp, İbrâhîm aleyhisselâm’ın kıblesine dönmek emrolunduğu zamân, Medîne’deki Yahûdîler kızdılar. (Beyt-ül-mukaddese karşı kılmış olduğunuz namazlar ne olacak?) dediler. Bekara sûresinin 143'üncü âyet-i kerîmesi gelerek, (Allahü teâlâ îmânlarınızı zâyi eylemez!) meâlinde buyuruldu. Namazların karşılıksız kalmayacakları bildirildi. Namaz, îmân kelimesi ile bildirildi. Bundan anlaşılıyor ki, namazı sünnete uygun olarak kılmamak, îmânı zâyi etmek olur. Resûlullah efendimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Gözümün nûru ve lezzeti namazdadır) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte, (Yâ Bilâl! Beni râhatlandır!) buyuruldu ki, (Ey Bilâl! Ezan okuyarak ve namazın ikâmetini söyleyerek, beni rahata kavuştur) demektir.
Namazdan başka bir şeyde rahatlık arayan kimse, makbul değildir. Namazı zâyi eden, elden kaçıran, başka din işlerini daha çok kaçırır.
04.12.2013
[Continue Reading]

3 Aralık 2013 Salı

Şâh Velî Ayntabi - 03.12.2013

Şâh Velî Ayntabi hazretleri büyük velîlerdendir. Gaziantep’in Oğuzeli ilçesine bağlı Ağaçhöyük köyünde doğdu. Halvetî şeyhi Yâkûb Efendinin sohbetlerine katıldı ve talebesi oldu. Kısa zamanda hocasından icâzet aldı. 1591 (H.1000) senesinde vefât etti. Kendi adıyla anılan câminin bahçesine defnedildi. Bir sohbetinde buyurdu ki:
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydâna gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikrâm olmak ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, hârikulâde olarak, yani âdetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratıyor. Her insanda nefis vardır. Nefis Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyete uymak istemez. İslâmiyete uyanların nefisleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşayan kâfirlerin nefisleri ise zayıflar, kötülük yapamaz. Bunun için, evliyada ve papazlarda hârikulade işler hâsıl olur. Bu hârikulade işler şunlardır:
1- Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiye içinde şeyler meydana gelir. Buna “mucize” denir. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mucize göstermesi lâzımdır.
2- Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ümmetlerinin evliyasında, nefislerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydana gelen şeylere, “keramet” denir. Mutezile itikadında olan bozuk kimseler kerâmete inanmadı. İmâm-ül-haremeyn ve İmâm-ı Ömer Nesefî ve birçok âlimler, kerametin câiz olduğunu ispât etmişlerdir. Evliyânın kerâmet göstermesi lâzım değildir. Bunlar, kerâmet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.
3- Ümmet arasında, velî olmayanlardan meydâna gelen âdet dışı şeylere, (firâset) denir.
4- Fâsıklardan, günâhı çok olanlardan zuhûr ederse “istidrâc” denir ki, derece derece, kıymetini indirmek demektir.
5- Kâfirlerden zuhûr edenlere ise “sihir” yani büyü denir.
[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates