<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









dini menkıbeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dini menkıbeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2016 Pazar

"Ne benimdir, ne de senin!"

Sultan Ferec, önemsiz bir sebepten dolayı kendi halkının üzerine ok attırıyor,Muhammed Şazili hazretleriyse buna karşı geliyordu... Mağrur sultan, bu zâtı çağırttı.
Büyük veli geldi.
Sultan Ferec, ona;
"Bu memleket benim midir, yoksa senin mi?” diye sordu.
Muhammed Şazili;
"Ne benimdir, ne de senin... Kahhar ve tek olan Allahü teâlânındır”buyurdu.
Ve kalkıp gitti.
Sultan o gün hastalandı.
Ve bir türlü iyileşemedi
Tabipler aciz kaldılar...
Sultanın has adamları bu durumu anlayıp "Bu hâl, Muhammed Şazili hazretlerinin kalbinin kırılmasındandır” dediler.
Sultan dinledi.
Ve bu veliden özür dileyince tekrar sıhhatine kavuştu...
● ● ●
Bir gün de, bazı sevdikleri bu büyük zâta “Huzura ermenin yolu nedir efendim?” diye sordular.
“Sabır'dır” buyurdu.
Ve şöyle izah etti:
“Huzuru, bir odanın içinde ‘kilitli’ farz edin. İşte o odanın anahtarı ‘sabır’dır. Sabrederseniz kapı açılır ve huzura kavuşursunuz.”
● ● ●
Gencin biri de “Hocam! Başarılı çalışma nasıl olur?” diye sordu bu zata.
Cevabında;
“Başarılı çalışma; ahirette işe yarayan çalışmadır. Meselâ kendini cehennemden kurtaramayan bir kimse, bütün dünyayı elde etse bile ne kıymeti vardır ki. Sonunda yanacak” buyurdu.
23.05.2016

[Continue Reading]

18 Aralık 2013 Çarşamba

Eyyûb aleyhisselamın sabrı!.. - 14.12.2013

Efendim, bugünkü yazımıza bir hadîs-i şerîfle başlayalım istedik. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
(Sabır üçtür: Musîbete sabır, tâ'ate sabır ve günâh işlememeye sabır... Musîbete sabredene, Allahü teâlâ üçyüz derece ikrâm eder. Her derece arası yerden göğe kadar mesâfedir. Tâ'ate sabredene, Allahü teâlâ, altıyüz derece ihsân eder. Her derece arası, yerin dibinden, Arş'a kadardır. Günâh işlememeye sabredene, Allahü teâlâ, dokuzyüz derece verir. Her derece arası, yerin dibinden Arş'ın üstüne kadardır.)
Çocuğun ölmesi, malın elden çıkması ve gözün görmemesi, kulağın işitmemesi gibi insanın isteği ile ilgisi olmayan musîbetlere sabretmekten fazîletli sabır yoktur... Tabii ki sabır deyince ilk akla gelen Eyyûb aleyhisselamın sabrıdır...
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Eyyûb aleyhisselâmın çok mal ve serveti ile on oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları, bağları ve bahçeleri bulunuyordu... Allahü teâlâ, hazret-i Eyyûb'u imtihân etmeyi murâd etti. Onun mallarını çeşitli vesîlelerle elinden aldı. O sabretti...
Bir gün, hocaları ile ders okuyan on çocuğunu da depremde kaybetti. O, Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi. Güzel sabretti...
Bundan sonra vücuduna hastalık geldi. Akrabâları, komşuları yanına uğramaz oldu. Şehir halkı onu ve hanımı Rahîme Hatun'u şehirden dışarı çıkardılar. O, yedi yıl dert ve belâ içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi, yine sabır gösterdi...
Bir gün Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan; 
"Ey Eyyûb! Belâ verdim sabrettin. Şimdi ben sıhhat ve nîmet vereceğim" haberini getirdi. Allahü teâlâ; 
"(Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç" buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak sudan gusledince bedenindeki; soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu. Gencecik biri oldu. Allahü teâlâ mallarını iâde etti. Çok sayıda evlat ihsân etti...
Unutmayalım ki hepimiz imtihandayız. Allahü teala cümlemizi bu imtihanı kazananlardan eylesin.
14.12.2013
[Continue Reading]

17 Aralık 2013 Salı

"Ey cin kavmi!.." - 11.12.2013

 (Dünden devam)
Aliyy-ül Mürteza kalktı ve sağ kalanlara:
‘Ey cin kavmi! Başınızı kaldırın. Muhakkak, Allahü teâlâ zalim ve kibirli olanları helak etti’ diye seslendi.
Ve ardından:
‘Ey cin kavmi! Biliniz ki şimdi Muhammed Mustafa devridir. Yeryüzü baştan başa zulümle dolmuşken, iman ve adaletle dolsa gerektir’buyurdu.
Onları İslama davet etti.
Habîb-i Ekrem’i methetti.
Mucizelerinden bahsetti.
? ? ?
Cin taifesinin kurtulanları, Hazret-i Ali’nin ilim ve kemaline hayret edip Hakka boyun büktüler.
Teslimiyet gösterdiler.
Ve Ona dönüp:
‘Allah’a, Allah’ın Resulüne ve Resulünün elçisine inandık. Sözleri doğrudur. Seni yalanlamıyoruz’ dediler.
Şehadeti söylediler.
Ve imana geldiler...”
? ? ?
Hazret-i Selman der ki:
“Bu esnada gece oldu.
Yine o deveye binip ve Arfeta’yı takip edip sabah olmadan Harre denilen yere ulaşıp sabah namazını Resulullah’la kıldık.
Efendimiz bizi gördü.
Sevinip hamdeyledi.
Ali bin Ebi Talip’e döndü ve ‘Yâ Ali! Bu Cin kavmini ne hâlde ve nasıl buldun?’ diye sordu.
O da cevaben:
‘Yâ Resulallah! Hayır duanız bereketiyle, Elhamdülillah, Allahü teâlâya iman getirip Müslüman olmakla şereflendiler. Ama bu daveti kabul etmeyenler, Allahü teâlânın izniyle gökten inen ateşle helak oldular’ diye arz etti.”
11.12.2013
[Continue Reading]

6 Aralık 2013 Cuma

"Vallâhi dünya için Allah demem!" - 06.12.2013

Abdullah-ı Mekkî Erzincânî hazretleri, on dokuzuncu yüzyılda yaşamıştır. Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ona hilâfet-i mutlaka yâni tam icâzet, diploma verdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirerek Anadolu'ya gitmesini işaret etti... Abdullah Mekkî hazretleri, Erzurum'a kadar geldi. Oradan da Erzincan'a doğru yollara düştü... Geçtiği yerlerdeki ova ve dağları seyredip, yanındakilere buyurdu ki:
-Allah bilir ammâ Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin bize târif buyurdukları memleket burası olmalıdır. Buradaki bir zâtın bizde nasîbi ve emâneti vardır!
Nihayet, Erzincan'ı şereflendirdi. İnsanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında, "Terzi Baba" diye bilinen Muhammed Vehbî de vardı...
Muhammed Vehbî içeri girince ayağa kalktı. Hiç kimseye göstermediği iltifâtlarda bulunarak onu yanına oturttu. Sohbetten sonra yanındakilere;
-Bu zâtın serveti var mıdır? diye sordu. Oradakiler;
-Hayır. Yalnız köyde, Sarıgöl'de bir bağı ile, şehirde bir evi ve terzilik yaptığı bir dükkânı vardır, dediler. Bunun üzerine Muhammed Vehbî'yi yanına çağıran Abdullah Mekkî hazretleri;
-Oğlum! Hocam Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bizi buralara gönderdi. Bize ehline verebileceğimiz bir emânet verdi. O emânete seni lâyık gördüm. Kabûl edersen onu sana teslim edeyim, diye teklifte bulundu.
Muhammed Vehbî, teslimiyet ifâde eden bir tavırla; "Siz bilirsiniz efendim" cevâbını verince; Abdullah-ı Mekkî;
-Vereceğim emânet, sana çok faydalar sağlayacak, buyurdu. Muhammed Vehbî bu söz üzerine;
-Efendim, Vallâhi dünya için Allah demem, cevâbını verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekkî;
-Oğlum haydi git! Sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emânet de zâten bu idi, buyurarak onun yüksek derecesini işâret etti... Terzi Baba'ya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti. O günden sonra sohbetinden ve hizmetinden ayrılmayan Terzi Baba, tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine kavuştu. Abdullah Mekkî, Terzi Baba'nın olgunluğa erdiğini görerek, ona hilâfet verdi ve Erzincan'dan ayrılarak tekrar Mekke-i mükerremeye döndü...
06.12.2013
[Continue Reading]

5 Aralık 2013 Perşembe

Delide para ne gezer!.. - 05.12.2013

Eskiden, akıllı geçinen bir kimse varmış. Bu adam aynı zamanda çok da açgözlü biriymiş... Bir gün ruh ve sinir hastalıkları hastahânesine uğramış. Hastalardan birine;
-Sen kaç yıldır ve niçin buradasın? diye sormuş. O da;
-Senesini unuttum. Ben deli falan da değilim. Doktorlardan "zararlı harfler”i saymalarını istiyorum; cevap veremiyorlar. Ben sayınca da zincire vuruyorlar.
Adam, karşısındakinin deliliğine hükmeder ve içinden, “Hiç zararlı harf olur muymuş?” diye geçirirken, hasta sormuş:
-Peki siz biliyor musunuz?
-Yook!.. Söylesen de öğrensek!
-Zararlı harfler üçtür: "Tı, mim, ayn"
-Bir şey anlamadım.
-Anlatayım da deli olup olmadığıma karar ver! Tı, mim ve ayn harfleri “tama' (tamah-doymazlık, açgözlülük)” kelimesinin harfleridir. Kim ömründe tamahkâr ve harîs olursa, bunun cezâsını çeker. Sakın ola ki tamahkâr olmayasın.
Adam, hastaya teşekkür etmiş ve yanından ayrılmış. Bir müddet sonra işlerini bitirip hastanenin kapısından çıkmak üzereyken aynı adam oturduğu yerden ona yine seslenmiş:
-Birazcık gelir misin?
Adam dönüp gelmiş:
-Buyur, bir şey mi söyleyeceksin?
-Efendi, sen iyi birisine benziyorsun. Beni buraya getirdikleri zaman cebimde bir kese sarı lira vardı, şu kapının yanındaki direğin tepesine saklamıştım. Benim buradan çıkacağım yok. Zaten bana para ne lazım? Onları al, sana anamın ak sütü gibi helâl olsun.
Adam bu sözleri duyar duymaz birden tamâha kapılmış. Direğe bakmış bir hayli yüksek. Hasta adama dönüp yavaşça;
-Peki güzel de, ben direğin tepesinden onları nasıl alacağım?
Hasta, bunun üzerine adamın elinden tutmuş. Direğin yanına yaklaşmış ve omuzunu direğe yaslayıp;
-Haydi, omuzuma bas ve oraya uzan.
Adam, direğin tepesine uzanmaya çalışırken deli altından çekilivermiş! Paldır-küldür yuvarlanıp kan-revan içinde kalırken, deli dediği hasta da şu ibretli sözleri söylemiş:
-Be adam! Sana tamahkâr olma demedim mi? Ne çabuk unuttun. Delide para ne gezer. Haydi var diyelim, direğin tepesine para saklanır mı? Şimdi çek hırsının cezâsını!..
05.12.2013
[Continue Reading]

4 Aralık 2013 Çarşamba

Ahirette rezil olacağıma! - 04.12.2013

Ahlaksız bir kadın Hazret-i Ömer'in çok sevdiği bir gence musallat olmuştu. Elde edemeyince bir kocakarıya gidip “Beni falan gençle buluştur" diye yalvardı.
O da "olur" dedi.
Birlikte kadının evine gittiler. Genç yatsı namazını kılmış evine dönüyordu. Tam kadının evi önünden geçerken, kocakarı onu görüp seslendi:
"Oğlum, bakar mısın."
"Buyur anne!"
"Koyunu kaçırdım. Yardım et de birlikte yakalayalım" dedi.
Delikanlı bahçeye girince kapı arkasındaki öbür kadın, kapıyı kilitleyip sarıldı gence ve "Dediğimi yapmazsan bağırır çağırırım, herkese rezil olursun!" dedi.
O hiç aldırmadı.
"Ahirette rezil olacağıma şimdi olayım" deyince kadın başladı feryada.
Sesi duyan koştu.
Kadın, genci gösterip "Bu adam zorla bana tecavüze yeltendi!" dedi.
Onlar genci dövüp Halifeye götürdüler. Halife gence "Bana doğrusunu anlat" buyurdu.
O da olanları anlattı.
Halife sordu gence:
"O kadını görsen tanır mısın?”
"Tanırım" deyince, şehirdeki bütün kadınları getirtti.
Genç onu görüp:
"İşte şu!" dedi.
Kadın korkup suçunu itiraf etti.
Halife gencin alnından öpüp "Aferin evladım! Senin bu davranışın, kıyamete kadar herkese örnek olsun" buyurdu.
("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
04.12.2013
[Continue Reading]

3 Aralık 2013 Salı

Şâh Velî Ayntabi - 03.12.2013

Şâh Velî Ayntabi hazretleri büyük velîlerdendir. Gaziantep’in Oğuzeli ilçesine bağlı Ağaçhöyük köyünde doğdu. Halvetî şeyhi Yâkûb Efendinin sohbetlerine katıldı ve talebesi oldu. Kısa zamanda hocasından icâzet aldı. 1591 (H.1000) senesinde vefât etti. Kendi adıyla anılan câminin bahçesine defnedildi. Bir sohbetinde buyurdu ki:
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydâna gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikrâm olmak ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, hârikulâde olarak, yani âdetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratıyor. Her insanda nefis vardır. Nefis Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyete uymak istemez. İslâmiyete uyanların nefisleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşayan kâfirlerin nefisleri ise zayıflar, kötülük yapamaz. Bunun için, evliyada ve papazlarda hârikulade işler hâsıl olur. Bu hârikulade işler şunlardır:
1- Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiye içinde şeyler meydana gelir. Buna “mucize” denir. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mucize göstermesi lâzımdır.
2- Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ümmetlerinin evliyasında, nefislerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydana gelen şeylere, “keramet” denir. Mutezile itikadında olan bozuk kimseler kerâmete inanmadı. İmâm-ül-haremeyn ve İmâm-ı Ömer Nesefî ve birçok âlimler, kerametin câiz olduğunu ispât etmişlerdir. Evliyânın kerâmet göstermesi lâzım değildir. Bunlar, kerâmet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.
3- Ümmet arasında, velî olmayanlardan meydâna gelen âdet dışı şeylere, (firâset) denir.
4- Fâsıklardan, günâhı çok olanlardan zuhûr ederse “istidrâc” denir ki, derece derece, kıymetini indirmek demektir.
5- Kâfirlerden zuhûr edenlere ise “sihir” yani büyü denir.
[Continue Reading]

2 Aralık 2013 Pazartesi

Melekler arasında müjdelenen zat!.. - 02.12.2013

Sa'd bin Mu'âz radıyallahü anh, Abdüleşheloğulları kabilesinin reisiydi. Kavmi, onun Müslüman olduğunu duyar duymaz hep birlikte iman ettiler. Bedir ve Uhud Savaşına katılan bu mübarek zat, gösterdiği cesâret ve kahramanlıkla Eshâb-ı kirâm arasında çok sevilirdi. Uhud'da Peygamber aleyhisselam yaralanmıştı. Sa'd bin Mu'âz, Resûlullah'ın yaralarını sarıp, tedâvi etti...
Sa'd bin Mu'âz müşriklerle yapılan Hendek Savaşına da katıldı. Ancak ağır bir yara aldı ve durumu ciddi idi. Peygamber efendimiz, yanına gelip onu kucakladı ve;
- Allahım, Sa'd, senin rızân için senin yolunda cihâd etti. Resûlünü de tasdîk etti. Ona kolaylık ihsân eyle, buyurarak duâ etti.
***
Ertesi sabah, Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de vefâtı melekler arasında müjdelenen kimdir?
Bunun üzerine Peygamber efendimiz hemen Sa'd bin Mu'âz'ın hâlini sordu. Evine götürüldüğünü söylediler. Peygamber aleyhisselâm yanında Eshâb-ı kirâm'dan bazıları olduğu hâlde Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gitti.
Yolda süratli gitmeleri sebebiyle Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yorulduk yâ Resûlallah.
Bunun üzerine, Peygamber efendimiz:
- Melekler Hanzala'nın cenâzesinde bizden önce hazır bulundukları gibi Sa'd'ın da cenâzesinde bizden önce gidecekler, buyurarak hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı.
Peygamber efendimiz, Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gelince, onu vefât etmiş olarak buldu. Baş ucuna durup, onun künyesini söyleyerek buyurdu ki:
- Ey Ebû Amr! Sen reislerin en iyisi idin. Allah sana saâdet, bereket ve en hayırlı mükâfatı versin. Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana vadettiğini verecektir.
***
Onun vefâtı Resûl aleyhisselâmı ve Eshâb-ı kirâmı çok üzdü. Cenâzesinde bütün Eshâb-ı kirâm toplandı. Peygamber aleyhisselâm cenâze namazını kıldırdı, tabutunu taşıdı. Eshâb-ı kirâm, Sa'd bin Mu'âz'ın cenâzesini taşırken dediler ki:
- Yâ Resûlallah! Biz böyle kolay taşınan cenâze görmedik.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
- Sa'd'ın cenâzesine yetmiş bin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık hâlde inmemişlerdi.
02.12.2013
[Continue Reading]

29 Kasım 2013 Cuma

"İşte Allah'tan böyle korkulur!" - 30.11.2013

Rebî bin Heysem hazretleri, Tabiîn devrinde Kûfe’de yetişen büyük âlimlerdendir. Eshâb-ı kirâm’ın birçoğu ile görüşmüş, onlardan ilim öğrenip, hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur...
Bu mübarek zat, gözünü haramlardan o derece korur ve etrafına bakınmazdı ki; bâzıları onu kör zannederdi! Yirmi sene Abdullah İbn-i Mes'ud hazretleriyle beraber bulundu. Hatta İbn-i Mes'udun hizmetçisi onu görünce;
- Âmâ dostun geliyor, derdi.
İbn-i Mes'ud da onun bu sözüne gülerdi. Çünkü onu içeri almak için kapıyı açtığı zaman gözlerini kapamış ve başını yere eğmiş görürdü.
Rebî bin Heysem, kimseyle münakaşa etmez, kimseye kötü söz söylemez ve beddua etmezdi. Bir gün kendisine biri kötü söz söyleyince, ona buyurdu ki:
- Söylediklerini Allahü teâlâ duyuyor. Şayet ben, Cennet ile aramdaki güçlükleri aşıp Cennete girersem, senin sözlerinin bana zararı yoktur. Eğer Cennete giremezsem, söylediklerinden de kötü bir insanım!
***
Bir gün namaz kılarken yirmi bin dirhem değerindeki atının çalındığını gördü. Fakat ne namazı bozdu, ne de üzüldü. Yanında bulunanlar:
- Nasıl oldu bu iş, yazık oldu atına, diye kendisini teselli ediyorlardı.
O ise;
- Atın yularını çözerken çalan adamı görmüştüm, dedi.
Onların;
- O halde niçin mâni olmadınız? demeleri üzerine şu cevabı verdi:
- Atımdan daha sevimli olan bir şey ile, yâni namaz kılmakla meşguldüm. Onu kaçıramazdım!
Adamlar hırsız hakkında kötü sözler söylemeye ve bedduâ etmeye başlayınca, onlara dedi ki:
- Hayır bedduâ etmeyin. Ben atımı ona hediye ettim. Sadakam olsun.
***
Bir gün İbn-i Mes'ud hazretleriyle birlikte demirciler çarşısına gitti. Orada körüklerin ateşleri alevlendirdiğini görünce, Cehennem ateşini hatırlayarak düşüp bayıldı.
İbn-i Mes'ud hazretleri namaz vaktine kadar başında beklediyse de, ayılmadığını görünce, onu sırtına alarak evine getirdi. 24 saat baygın kaldı. Başından ayrılmayan İbn-i Mes'ud hazretleri:
- İşte Allah'tan böyle korkulur demiştir.
30.11.2013
[Continue Reading]

Cehennemin anahtarlarını al!

    (Dünden devam)
Yine buyurdu ki:
“Cehennemin anahtarlarını Muhammed Mustafa’ya ver. O da Ebu Bekir’e versin. Sen cehennem kapısında dur. Ebu Bekir kimi gönderirse onu cehenneme at.”
Resûl-i Ekrem anahtarı alır.
Ebu Bekir’e verip:
“Yâ Eba Bekir! Cehennemin anahtarlarını al” buyurur.
Malik, cehenneme döner.
? ? ?
Bir melek de çıkar.
Sağ taraftan gelir.
Malik’ten bin kat büyüktür.
Ay’dan ve güneşten nurludur.
Misk’ten güzel kokuludur.
Tesbih ederek gelir.
Resulullahın huzurunda durur.
Selam verir.
Ve sorar ki:
“Yâ Muhammed! Beni tanır mısın?”
Peygamberimiz:
“Tanımıyorum!” buyurur.
? ? ?
O der ki:
“Ben cennet meleği Rıdvan’ım.
Allahü teâlâ bana emretti ki:
‘Cenneti Arasat’a getir!’.
‘Başüstüne’ dedim.
Cenneti getirdim.
Yine emretti ki:
‘Cennetin anahtarlarını Muhammed Mustafa’ya ver. O da Ebu Bekir’e versin. Sen cennetin kapısında dur. Ebu Bekir kimi dilerse cennete al!’
O melek böyle söyler.
Ve yerine gider. (Devamı yarın) ("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
30.11.2013
[Continue Reading]

Halk ondan korkar! - 29.11.2013

 (Dünden devam)
Peygamberimiz (aleyhisselam), halkın ürkmesini ve feryadını görüp ve işitip minber üzerine çıkar.
Mahşer halkına bakar.
Bir melek görür.
Dikkatini çeker.
Ve hayret eder.
Zira yedi yüz bin başı vardır. Her başında yedi yüz bin dili vardır. Her dil, bir lisanla Allahü teâlâyı tesbih eder. Hiçbir lügat birbirine benzemez.
Burnundan duman çıkar.
Ehl-i mahşeri sarar.
Halk ondan korkar.
? ? ?
Resûl-i Ekrem bu hâli görür. Mübarek başını secdeye koyar.
Ve secdede:
“Yâ Rabbî! Ümmetime selamet ver” diye yalvarır.
Melek Resulullah’ı görür.
Huzuruna gelir.
Ona selam verir.
Ve kendisine:
“Yâ Muhammed! Beni tanır mısın?” diye sorar.
Efendimiz:
“Tanımıyorum” buyurur.
? ? ?
Melek “Ben, cehennem meleği olan Malik’im” diye tanıtır.
Ve şöyle arz eder:
Allahü teâlâ bana emretti ki:
“Cehennemi getir, Arasat meydanına koy!”
Ben de getirdim.
Arasat’a koydum.
Buyurdu ki:
“Cehennemin yedi kapısını bağla!”
Ben de bağladım. (Devamı yarın) ("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
29.11.2013
[Continue Reading]

Ebu Mansur Abbadi - 29.11.2013

Ebu Mansur Abbadi hazretleri hadis âlimi, vaiz ve hatiblerdendir. 491'de (m. 1098) Türkistan’da Merv yakınlarında  doğdu. Merv'de hadis dersi aldı ve daha sonra hadis rivayet etti. Selçuklu Sultanı Sencer'in elçisi olarak Bağdat'a gitti. Elçilik göreviyle gittiği Hûzistan'da 547'de (m. 1152) vefat et­ti. Cenazesi Bağdat'a getirilerek defnedildi. Sohbetlerinde, büyüklerden naklederek buyurdu ki:
“Ebû Ali Dekkâk buyurdu ki: Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamaz ise, hakîkî âşık değildir.”
“Ebü’l-Hasen-i Harkânî buyurdu ki: Şayet bir mü’mini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mü’mini ziyâret için verilen sevâb, fakirlere verilen yüzbin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mü’min kardeşinizi ziyârete gittiğinizde, Allahü teâlânın rahmetine kavuştuk diye i’tikâd edin.”
Ebû Ali Sakafî buyurdu ki: Sağlam bir dal, ancak sağlam bir kökten çıkar. Şimdi hareketlerinin sıhhatli ve sünnet üzere olmasını isteyen kimse, önce kalbindeki ihlâsı sıhhatli hâle getirmelidir. Zîrâ zâhir amellerdeki sıhhat, bâtın amellerindeki sıhhatten hâsıl olur.”
“Ca’fer-i Sâdık buyurdu ki: Beş kimsenin sohbetinden, yani beş kimse ile beraber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâima aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yani aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü kötü kalpli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca seni harcar. Beşincisi, fâsıktan yani günah işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü seni bir lokma ekmeğe satar.”
“Abdullah bin Muhammed buyurdu ki: Allahü teâlâ çeşitli ibâdetler bildirdi. Sabrı, sıdkı, namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfar etmeyi buyurdu. İstiğfarı en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusurlu görüp, hepsine af ve mağfiret dilemesi lâzım oldu."
"Farzlardan birini eda etmeyen, sünneti yapmama belâsına yakalanabilir. Sünneti terk edenin ise bid’ate düşmesi muhakkaktır.”

29.11.2013
[Continue Reading]

28 Kasım 2013 Perşembe

Muhammed benim Habib’imdir - 28.11.2013

       (Dünden devam)
Melekler:
“Yâ ilahel âlemin! Biz bilirdik ki Hazret-i Muhammed senin katında İbrahim Halil’den azizdir. İbrahim Halil’i cennet tarafında, Muhammed Habib’i ise cehennem tarafına buyurdun” derler.
Hak teâlâ:
“İbrahim benim Halil’imdir. Muhammed Habib’imdir. İbrahim’i cennet tarafında tutun ki ümmet-i Muhammed’den affettiklerim cennete giderken Onu görsünler” buyurur.
? ? ?
Yine buyurur ki:
“Muhammed’i cehennem tarafında tutun ki ümmetinden cehenneme gönderdiklerime şefaat etsin. Onun ümmetinin bazısını rahmetimle, bazısını da Onun şefaatiyle affederim.”
Yine Hak teâlâdan:
“Merhaba Halil, merhaba Habib, merhaba Sıddık” diye hitab-ı izzet gelir.
Hazret-i İbrahim:
“Gökleri ve yeri, aydınlık ve karanlığı yaratan Allahü teâlâya hamd olsun” der.
? ? ?
Peygamberimiz:
“Bizden üzüntüyü gideren Allahü teâlâya hamd olsun” buyurur.
Hazret-i Ebu Bekir de:
“Vaadinde sadık olan Allahü teâlâya hamd olsun” der.
Halil, Habib ve Sıddık’ın hamd etmeleriyle halk birbirine girerler.
Feryat ederler.
Figan ederler. (Devamı yarın) (Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn kitabından alınmıştır.)
28.11.2013
[Continue Reading]

26 Kasım 2013 Salı

Ey mutmainne olan nefs! - 26.11.2013

Resul aleyhisselam buyurdu ki: “Allahü teâlâ o gün, İsrafil aleyhisselama Sur’a üflemesi için emreder.
O, ayakları yerde, başı Arş-ı âlâ’da bir melektir. Yaratıldığı günden beri Sur’u ağzına almış, bir ayağı ileri, bir ayağı geri, gözlerini Arş’a dikmiş olarak durur.
Vakta ki emrolunur.
Hemen Sur’a üfürür.
Sur’a üflemeye başlayıp nefesi Sur’u dolduruncaya kadar kırk yıl geçer.
? ? ?
Sur, bir borudur ki bütün canlıların adedince onda delikler vardır.
Her delik bir ruha aittir.
Ruh, o delikten çıkar.
Kendi bedenine girer.
Eğer bir bedenin başı doğuda ve ayağı batıda olsa, Allahü teâlânın emriyle derhâl birleşirler. Bütün ruhlar Sur’dan çıkar, kendi bedenlerine girerler.
? ? ?
Bir ruh hariç.
Ebu Bekir’in ruhu.
O Sur'dan çıkmaz.
Melek bir daha üfürür.
Yine çıkmaz.
Allahü teâlâ ‘Yâ İsrafil! Sen sakin ol. Ben onunla konuşayım’ buyurur.
Sonra:
‘Ey mutmainne olan nefs! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olduğu hâlde çık ve Rabbine dön. Salih kullarımla cennete gir!’ buyurur.
Ruh bu emri dinler.
Sur’dan dışarı çıkar.
Görür ki Resulullah’ın mübarek ruhu da çıkmış, kendisini beklemektedir.” ("Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn" kitabından alınmıştır.)
26.11.2013
[Continue Reading]

Şu yöne doğru yürü - 25.11.2013

 (Dünden devam)
Oğlunu uyuyor zannetti.
Uyandırmaya kıyamadı.
Çocuk kendine geldiğinde, babası baş ucundaydı.
Sordu babası:
“Oğlum, ne bu hâlin?”
“Ben âşık oldum baba.”
“Âşık mı oldun, kime?”
“Son Peygamber Muhammed aleyhisselama.”
? ? ?
Adam beyninden vurulmuşa döndü. Şiddetle dövüp hapsetti onu bir hücreye.
Habbab el açıp:
“Yâ Rabbî! Beni Habibine kavuştur” diye yalvardı.
O an bir ses duydu.
Gaipten geliyordu.
“Onu görmek istiyorsan, şu yöne doğru yürü” diyordu.
Habbab sevindi.
Çıktı hücreden.
O yöne doğru yürümeye başladı.
Sanki kuvvetli bir mıknatıs, onu Resulullah Efendimize doğru çekiyordu.
Nihayet Medine’ye vardı.
Bir evin eşiğine çöktü.
Yorulmuştu.
? ? ?
Ev sahibi çıktı kapıya.
Ve sordu hemen:
“Sen kimsin evladım?”
“Adım Habbab. Allah’ın Habibini arıyorum” dedi.
O da tuttu kolundan.
Resulullah’a götürdü.
Böylece âşık maşukuna kavuştu.
Habbab, sevincinden ağlıyordu.
Sonra olan oldu.
Kelime-i şehadeti söyledi.
İmanla şereflendi. 
(radıyallahü anh)
25.11.2013
[Continue Reading]

“Ben, dünyanın hükümdarıyım!.." - 25.11.2013

Bugün, Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın vefat yıl dönümüdür. Muhammed Alparslan, Türk milletinin en büyük kahramanlarındandır. Malazgirt'te Bizans ordusunu yenerek Türklere Anadolu kapılarını açmıştır...
Sultan Alparslan, tarihî zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama tesisleri yapmak suretiyle de büyük hizmetler yaptı. Zamanında; İmam-ı Gazali ve İmam-ı Serahsi gibi büyük âlimler yetişmiştir...
Muhammed Alparslan, İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan bid'at fırkalarıyla çok mücadele etmiştir. Hatta bir gün; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı” demiştir...
***
Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, Batıni fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hainin bir planı vardı! Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada hücum edip, hançeri ile onu öldürecekti! Nitekim öyle yaptı. Huzuruna vardığında Sultana saldırdı. Hançeriyle onu yaraladı. Kendisi de anında orada infaz edildi...
Sultan Alparslan aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, tarihe geçen şu sözleri söyleyerek şehit oldu: 
“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. 'Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?' diye düşündüm. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak beni aciz bir kulu ile cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!..” 
25 Kasım 1072’de 42 yaşındayken vefat eden Alparslan, Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Ruhu şad olsun...
25.11.2013
[Continue Reading]

23 Kasım 2013 Cumartesi

Habbab’ın aşkı - 24.11.2013

Asr-ı saadette bir Yahudi âlimi ve Habbab isminde bir oğlu vardı.
Çok da yakışıklıydı.
Güzel yüzlüydü.
Bir gün babasının odasına girdi.
Kenarda bir sandık gördü.
Çok merak etti.
Açmak istedi.
Ama açamadı.
Çünkü kilitliydi.
Merakı çoğaldı.
İçinde ne vardı acaba?
Bunu merak ediyordu.
Artık dayanamadı.
Kilidini söküp sandığı açtı.
Açınca etrafa "nur" saçıldı.
Çok şaşırdı.
Kendi kendine:
"Rüya mı görüyorum?" dedi.
? ? ?
Hayır, rüya değildi.
Gerçeğin kendisiydi.
Nur saçılıyordu.
İyice dikkat etti.
Nur, bir kitaptan fışkırıyordu.
O kitabı eline aldı.
İlk sayfasını açtı.
Okumaya başladı.
"Muhammed, Allah’ın habibi ve Peygamberidir. Ne mutlu Onu görüp iman edenlere" yazıyordu.
Bir daha okudu.
Resulullah’ı sevdi.
Hatta âşık oldu.
Kendi kendine:
"Ey Allah’ın habibi! Sen şimdi neredesin? Ah seni bir görebilsem" dedi.
Ve ağlamaya başladı.
Kendinden geçti.
Ve bayılıp düştü.
Derken babası geldi.
Onu böyle görünce şaşırdı. (Devamı yarın)
24.11.2013
[Continue Reading]

Ellerimizi ateşe sokalım - 23.11.2013

Bir Hristiyanla bir Müslüman, münakaşa ederler. Her biri kendi dîninin hak olduğunu iddia etmektedir.
Ama anlaşamazlar.
Sonunda Müslüman:
“Bir teklifim var” der.
“Söyle, nedir?”
“Elimizi ateşe sokalım. Hangimizin eli yanmazsa anlarız ki onun dîni haktır.”
Hristiyan:
“Tamam” der.
Ateş yakıp sokarlar ellerini.
Fakat o da ne?
İkisinin de eli yanmaz.
Müslüman hayretler içindedir.
Niyaz eder kalbinden:
"Yâ Rabbî! Bu ne hâldir?"
İlham olunur ki:
"Senin elin, bana olan imanın ve Habibime olan muhabbetinden dolayı yanmadı.”
Mümin sorar:
“Ya onunki yâ Rabbî?”
İlham olunur ki:
"Onun eli de senin hürmetine yanmadı.”
Âlimler bu babda:
“Bir gayrimüslimin eli, bir müminin hürmetine yanmazsa, Allahü teâlâ nice günahkârları Habibinin hürmetine elbette cehennemde yakmaz” buyurmuşlardır.
? ? ?
Efendimiz, Cebrail aleyhisselam ile Arş-ı âlâ’da idiler.
Takunya sesleri işitti.
Hazret-i Cibril’e sordu:
“Bu ses nedir?”
O, sesi dinleyip:
“Bilâl’in takunya sesleridir. O, şimdi takunya ile evden çıktı, mescide gidiyor” diye arz etti.
23.11.2013
[Continue Reading]

22 Kasım 2013 Cuma

Ben öğrenir gelirim! - 22.11.2013

Hazret-i Cabir anlatır:
“Hendek günü Resulullah Efendimiz biz eshaba ‘Kim, Benî Kureyza'nın tutum ve davranışını öğrenir de bize haber verir?’ diye sordular.
Merak ediyorlardı.
Zübeyr bin Avvam:
‘Ben öğrenir gelirim yâ Resulallah!’ dedi.
Ve gitti hemen.
Hâllerini öğrendi.
Efendimize gelip 'Yâ Resulallah! Onlar, kalelerini tamir ediyor ve harp talim ve manevraları yapıyorlar' diye arz etti.
Efendimiz sevindi.
Ve bu sahabi için:
'Her Peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr'dir'buyurdular."
? ? ?
Mekke'nin fethi hazırlıkları tamamlanınca Resûl-i Ekrem’in kumandasında binlerce Mücahit Mekke'ye doğru ilerledi.
Hazret-i Zübeyr de vardı.
Hatta o en öndeydi.
Sancağı o taşıyordu.
Efendimiz, Zübeyr bin Avvam'a, Mekke'nin Kudaa tarafından şehre girmelerini emir buyurdu.
? ? ?
Hazret-i Zübeyr, Deve Vakasında Hazret-i Ali tarafında olmayıp Hazret-i Âişe'nin ordusunda çarpışmıştı.
Namaz vakti girdi.
Namaza durdu.
Namaz kılarken şehit edildi.
Şehit olduğunda altmış yedi aşındaydı.
Hazret-i Ali bunu öğrendi. Şehadetine çok üzüldü.
Namazını bizzat kendi kıldırdı.
22.11.2013
[Continue Reading]

20 Kasım 2013 Çarşamba

Anneni geri çevir! - 21.11.2013

    (Dünden devam)
Hazret-i Safiyye, kardeşi Hazret-i Hamza'nın hâlini görmek istiyordu. Efendimiz, Hazret-i Safiyye'yi gördü.
Maksadını anladı.
Ve Hazret-i Zübeyr’e "Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin"buyurdu.
Zübeyr bin Avvam:
“Başüstüne!” dedi.
Ve annesine dönüp “Resulullah geri dönmeni istiyor" dedi.
? ? ?
Hazret-i Safiyye "Başüstüne! Ama ben Ona yapılanları biliyorum. O, bu musibete Allah yolunda uğradı. Daha beterlerine de razıyız” dedi.
Efendimiz onu dinledi.
Görmesine izin verdi.
O da kardeşi Hamza'nın cesedi yanına oturup ağladı. Peygamber Efendimiz de ağladılar.
? ? ?
Hazret-i Zübeyr anlatır: “Annem bana bir hırka verip ‘Hamza’yı buna sarınız’ dedi.
Dediği gibi yaptılar.
Onu kefenlediler.
Ve kabre indirdiler. Peygamberimiz, münafıklardan Ebu Azze-el Cumehi'yi yakaladı. Onu Bedir'de esir etmiş, ama acıyıp öldürtmemişti.
Münafık yalvarıp:
"Beni bırak!" dedi.
Resul aleyhisselam "Sen artık Mekke'de ellerini ovuşturup ‘Muhammed'e iki kere hile ettim’ diyemeyeceksin!" dedi.
Ve Hazret-i Zübeyr'e:
"Vur şunun boynunu!" buyurdu.
O da emri ifa etti.
21.11.2013
[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates