<data:blog.title/>

<data:blog.pageName/>-<data:blog.title/>









2 Ekim 2015 Cuma

AFGANİSTANLI ÂLİM İbnü's-Semmâk Herevî

Allahü teâlânın bazı melekleri vardır, yeryüzünde dolaşırlar. Allahü teâlâdan ve peygamberinden, ahiretten bahseden yerleri araştırırlar.
İbnü's-Semmâk Herevî hazretleri hadis hafızı olup Sahîh-i Buhârî râvilerindendir. 356 (m. 967’de Afganistan’da Herat’ta doğdu. İlk tahsilinden sonra Bağdat'ta Dârekutnî ve Bâkıllânî, Şam’da Kilâbî, Mısır'da el-Kâtib, Mekke'de Dîneverî gibi zamanın en büyük âlimlerinden hadis öğrendi ve talebe yetiştirdi. 434 (m. 1043)’de Mekke'de vefat etti. Şöyle nakleder:
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki: “Allahü teâlânın günahları ve sevapları yazan meleklerinden, yani kiramen katibin meleklerinden başka melekleri de vardır. Bu melekler yeryüzünde dolaşırlar. Allahü teâlâdan ve peygamberinden, ahiretten bahseden yerleri araştırırlar. Böyle bir yer buldular mı; birbirlerine haber verirler. 'Buraya gelin, buraya gelin, burada Allahtan ve Peygamberden bahsediyorlar' derler. Melekler oraya gelirler, bir zarar gelmesin diye kanatlarıyla orayı ihata ederler, Arş'a kadar orayı muhafaza altına alırlar. Sonra Allahü teâlâ o meleklerine, 'kullarımı ne halde buldunuz?' diye sorar. Melekler, 'Yarabbi onlar senden bahsediyorlar' derler. Cenab-ı Hak, onlar 'beni gördüler mi ki, benden bahsediyorlar?' buyurur. 'Hayır' derler. 'Peki, görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. 'Yarabbi görselerdi daha çok zikrederler, yalnız Allah derlerdi' derler. Cenab-ı Hak meleklere, 'benim kullarım ne istiyor?' buyurur. 'Yarabbi bu kulların cehennemden korkuyorlar' derler. Cenab-ı Hak, 'onlar cehennemi gördüler mi ki; cehennemden korkuyorlar!' buyurur. 'Hayır görmediler' derler. 'Peki görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. Melekler, 'görselerdi, haram ve günahlardan daha çok sakınırlardı' derler. Allahü teâlâ, 'benim bu kullarım ne istiyorlar' buyurur. Melekler, 'Yarabbi onlar cennetini istiyorlar' derler. Allahü teâlâ meleklerine, 'Peki bu kullarım cenneti gördüler mi?' buyurur. 'Hayır görmediler' derler. 'Peki görselerdi ne yaparlardı?' buyurur. Melekler, 'görselerdi, sana daha çok ibadet yaparlardı' derler.
Allahü teâlâ meleklerine, 'Şahit olun ki; orada bulunanların hepsini affettim. Hepsine cennetimi söz veriyorum' buyurur. Melekler, 'Yarabbi onların arasında birkaç kişi var ki, sohbetle alakası yoktur. Onlar başka bir maksatla gelmişlerdi. Onları ne yapacağız' derler. Allahü teâlâ, 'Onlar da benim misafirim olsun. Madem dostlarımın yanındalar, onları da affettim. Onları da cennetime aldım' buyurur.”
2.10.2015
[Continue Reading]

Zamanının bir tanesi: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî

Büyük âlimlerin beyânlarına göre, Mevlânâ Hâlid hazretleri; zamânındaki Bağdâd ve Irâk âlimlerinin ve mutasavvıflarının, belki, asrındaki bütün ülkelerdeki âlimlerin üstünde idi...

                                                                                   
Irâk-Bağdâd’ın şimâlinde/kuzeyinde bulunan “Şehrezûr” kasabasında/kazâsında hicrî 1192 [m. 1778] senesinde tevellüd edip Sûriye-Şâm’da hicrî 1242 [m. 1826] yılında tâûndan/vebâdan vefât eden, “Sôfiyye-i aliyye”/"Silsile-i aliyye” olarak bilinen âlimler ve velîler zincirinin büyüklerinden [yirmi dokuzuncusu] olan Ziyâeddîn Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Osmânî (kuddise sirruh), yüzlerce/binlerce büyük âlim ve velî yetiştiren, İslâm ilimlerinin mütehassıslarından, büyük İslâm âlimi, asrının müceddididir. Bütün Anadolu, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu’yu ilim ve feyizle dolduran büyük bir âlim ve velîdir.
Babası Ahmed bin Hüseyin’dir. Annesi ise, Hazret-i Ali’nin (radıyallahü anh) soyundandır. Vefâtında, cenâze namâzını, talebesi, büyük Osmânlı âlimi, seyyid, allâme Muhammed Emîn İbn-i Âbidîn (rahmetullahi aleyh) kıldırmıştır.
Hazret-i Osmân-ı zin-nûreyn (radıyallahü anh)’in soyundan geldiği vesîkalarla sâbittir. Onun için “Mevlânâ Hâlid-i Osmânî” diye de anılır.
[Hayâtı, “el-Mecdü’t-Tâlid” ve “Şemsü’ş-Şümûs” isimli Arabî kitaplarda genişçe anlatılmaktadır. Bu iki kitâbın hem İslâm harfleriyle (Osmânlıca), hem de Latin alfabesiyle Türkçe tercümeleri de vardır. Ansiklopedilerde ve diğer birçok kitapta da ondan genişçe bahsedilmektedir.]
Küçük yaşta, aklî ve naklî ilimleri öğrenmiştir. Tefsîr, hadîs, fıkıh, akâid/kelâm, usûl, tasavvuf, sarf, nahiv, bedî, beyân, belâgat, meânî, vad’, bahs, edeb/âdâb, arûz, lüğat, mantık gibi dîn ilimlerinin yanı sıra fen ilimlerini de çok iyi bilmektedir. Hattâ onun hakkında, bu ilimlerin hepsinde “ferîdü’l-asr ve vahîdü’d-dehr: Zamanının bir tanesi idi” terimi kullanılmaktadır. Fîrûzâbâdî’nin koca "Kâmûs" lügatini ezberlemiştir. Hikmet (Fen), Fizik, Hesâb (Matematik), Hendese (Geometri), Hey’et (Astronomi) ilimlerinde, “Rub-ı Dâire” üzerinde mütehassıs olduğu, “el-Hadâiku’l-Verdiyye” kitâbında yazılıdır.
Fazîletli, ilim deryâsı seyyid Abdurrahîm Berzencî’den, onun kardeşi seyyid Abdülkerîm Berzencî’den, Abdullah-ı Harpânî’den, anlatılan ve anlatılamayan ilimlerde derin âlim Muhammed bin Âdem-i Kürdî’den, fazîletler sâhibi Sâlih-i Kürdî’den, üstünlükler sâhibi Abdurrahmân-ı Kürdî’den ve daha birçok âlimden ders görüp, ilim öğrenmiş ve onlardan icâzet (diploma) almıştır.
Büyük âlimlerin beyânlarına göre, zamânındaki Bağdâd ve Irâk âlimlerinin ve mutasavvıflarının, belki, asrındaki bütün ülkelerdeki âlimlerin üstünde idi. Adı her tarafa yayıldı. [İnşâallah yarınki makâlemizde de, bu mühim konumuza devam edelim.]
2.10.2015
[Continue Reading]

Namaz dinin direği değil mi?

Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgünse, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.

Sual: Hoca denilen sosyalist bir yazar, (Namaz, karın doyurmaz, önce fakirin karnını doyurmalı. Namazın kazası da, cezası da yoktur. Dinin direği falan da değildir) diyor. Bu sözler küfür değil mi?
CEVAP: Elbette küfürdür. Bir Müslüman, namaz hakkında öyle çirkin sözler söyleyemez. Böyle söyleyen, Müslüman ise küfre düşer. Müslüman olmayan da, ne söylerse söylesin, sözünün hiçbir değeri olmaz.
(Allah’ın ve Peygamberin emrettiği namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak değildir. Allah’ın ismini zikretmek ve Onun büyüklüğünü düşünmek demektir) diyen kimse, namazı inkâr etmiş ve Müslümanların dinini bozmuş olur. Mahkeme kararıyla cezalandırılması lazım olur. Tutulduktan sonra yaptığı tevbesi kabul olmaz. (Dürr-i yekta şerhi)
En büyük ibadetin namaz olduğu Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Bir âyet-i kerime meali:
(Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan her türlü kötülükten, her türlü günahtan] alıkoyar. Çünkü zikrullah [namaz kılmak] elbette en büyüktür [en büyük ibadettir].) [Ankebut 45]
Buradaki zikrullah, namazdır. Namaz diğer ibadetlerden daha büyüktür. (Beydâvî)
Namazın önemi hakkında bazı hadis-i şerifler:
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberânî]
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Taberânî, Beyhekî, Deylemî]
(Namazı kasten terk eden kâfirdir.) [Taberânî]
(Namaz kılmayanın dini yoktur.) [İbni Nasr]
(Namaz kılmayanın Müslümanlığı yoktur.) [Bezzar]
(Namazı bırakanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahü teâlânın himayesinden uzak kalır.) [Ebu Nuaym]
(Namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar Allah'ın himayesinden uzak olur.) [İsfehânî]
(Bizimle kâfirlik arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur.) [Nesaî]
(İman, namaz demektir. Namazı itina ile, vaktine ve diğer şartlarına riayet ederek kılan, mümindir.) [İbni Neccar]
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgünse, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.) [Taberânî]
(Namaz, imanın başı ve Cehennemden kurtarıcıdır.) [Miftah-ul-Cenne]
(Beş vakit namazı terk eden, Allah'ın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mâce]
(Her peygamberin ümmetine son nefeste vasiyeti namazdır.) [Gunye]
Bu hadis-i şerifler de, namazın dinin direği olduğunu göstermektedir.
2.10.2015
[Continue Reading]

Mürşid-i kâmili beğenmeyen genç!

Bir genç, bir mürşid-i kâmile talebe olmak için, dergâhına gider. Ancak o zatın Fâtiha’yı okuyuşunu beğenmez!..

İnsanların çoğu, kendi kusurunu bilemez ve göremez. Elin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği göremez. Çoğumuz, alışkanlık hâline getirdiğimiz kusurlarımızın hata olduğunu bile düşünmeyiz.
Din büyükleri bu hususta buyuruyor ki: "Büyüklenerek ben demek feyiz ve bereketi keser. Kusuru başkasında arayan, sevimsizleşir, etrafında insan kalmaz, dost edinemez. Herkesi haklı, kendisini haksız bulmadıkça, kendi kusur ve noksanlarını bırakıp, başkasının kusuru ile meşgul oldukça, manevi bakımdan zerre kadar ilerlemek mümkün değildir."
Abdullah-ı Dehlevi hazretleri buyurdu ki:
"Talebe, sadık olan talip demektir. Allahü teâlânın sevgisi ile ve Onun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. İşlediği günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah’tan korkar, titrer, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabreder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Salih Müslüman, büyüklere karşı bir edepsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah’ın Resulünü sevmenin alametidir."
       ***
Bir genç, bir mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmak, ona talebe olmak için, dergâhına gider. O anda mürşid, akşam namazını kıldırmaktadır. Genç, kendi şivesine benzemediği için, o mübarek zatın Fâtiha’yı okuyuşunu beğenmez. "Boşuna zahmet edip tâ uzak yerlerden buraya geldim. Tecvidi bilmeyen, dinimizi nereden bilsin? Böyle mürşid-i kâmil mi olur?" diye düşünür ve hiçbir şey söylemeden ertesi gün yola çıkar...
Yolda giderken karşısına iki aslan çıkar. Korkusundan hemen geri döner, ama aslanlar da, yavaş yavaş talebenin peşinden gelmektedir. Mübarek zat, hemen aslanlara doğru yürür ve onların kulaklarından tutup, "Size benim misafirlerime dokunmayın, onları korkutmayın demedim mi?" der. Aslanlar da çekip gider. Şaşkın hâlde bakan talebeye de şöyle der: 
-Bizim Fâtihamızda yanlış arayacağınıza, kendi yanlışlarınızı düzeltmeye çalışsanız daha iyi olmaz mı?..
Kendi kusurlarıyla meşgul olup onları düzeltmeye çalışanlara ne mutlu...
2.10.2015
[Continue Reading]

"Bilin bakalım avucumda ne var?"

Ahmed Kuddusi hazretleri, Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerindendir. Bir gün Padişahın davetiyle İstanbul’a varır.
Mecliste başka âlimler de vardır.
Padişah bir ara avucuna bir şey alır.
Ve sorar ordakilere:
“Bilin bakalım. Avucumda ne var?”
Her biri bir tahminde bulunur:
“Para var.”
“Hayır.”
“Şeker var.”
“Değil.”
Sultan, Kuddusi hazretlerine;
“Siz söyleyin!” der.
O, buyurur ki:
“Dünyaya göz gezdirdim. Bir balığı yavrusunu ararken gördüm.”
Padişahın avcunda bir "balık yavrusu" vardır gerçekten.
Firasetine hayran olur.
“Hocam, sarayda kalsanız” der.
Ama o, nazikçe reddeder.
Ve izin alıp köyüne döner.
Sultan, iki memuru ile bu zata bir torba “altın" gönderir.
Memurlar geldiğinde o, bahçe bellemektedir.
Ama maksatlarını bilmektedir.
Memurlar gelirler.
“Hocam! Padişah emriyle geldik, size biraz ‘altın’ getirdik” derler.
Büyük veli;
“Pekâlâ, açın eteğinizi” der.
Açarlar.
Bir kürek "toprak" alır, eteklerine doldurur.
Toprak, o anda "altın" olur.
Ardından;
“Onları yere dökün!” buyurur.
Dökerler.
Altınlar “yılan, çıyan" olur bu sefer.
Ama o altınları yine alır.
Hepsini fukaraya dağıtır.
2.10.2015
[Continue Reading]

1 Ekim 2015 Perşembe

"Buyurun efendim, hoş geldiniz"

Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh), Nişâbur'da doğdu, 848 senesinde vefat etti...
Bu zatın bir komşusu vardı.
Maalesef ateşe tapardı.
Büyük veli, ona İslâmiyet’i teklif etmek istiyorsa da müsait bir zamanını bekliyordu.
Nihayet bir gece “hırsız” girdi evine.
Ne var ne yok götürdü bütün malını.
Bunu fırsat bilip ziyaretine gitti.
“Uğradığınız musibeti duydum. Çok geçmiş olsun” dedi
Adam çok rahattı:
“Evet, öyle bir şey oldu... Ama mühim değil. Bu gibi şeyler musibet gözükse de aslında nimettir” dedi.
Büyük veli beğendi bu cevabı.
Ve sordu hemen:
“Peki, niçin ateşe tapıyorsun?”
O cevaben;
“Şimdi ona tapıyorum ki yarın yakmasın beni cehennemde” dedi.
Buyurdu ki:
“Sen, yıllarca ona tapıyorsun, ben ise hiç tapmadım. Gel, ikimiz de şu ateşe sokalım elimizi. Bakalım sana iltimas edecek mi?”
Adam çok rahattı.
“Olur, sokalım” dedi.
Önce büyük veli soktu elini ateşe.
Az bekletip sonra çekti.
Allah'ın izniyle eli yanmadı.
Sıra ona gelmişti.
Adam güvenle uzattı elini ateşe.
Uzatmasıyle çekmesi bir oldu.
Sokmak değil yaklaştıramadı bile...
O anda döndü kalbi.
Ve “hidayet nuruyla” aydınlandı yüzü.
Hakikati anlamıştı artık.
Hemen Müslüman oldu...
1.10.2015
[Continue Reading]
Powered By Blogger · Designed By Seo Blogger Templates